Türk Bilimadamaları

Bugün Kazakistan sınırları içerisinde bulunan Otrar (Fârâb) şehri yakınlarındaki Vesic yerleşim merkezinde 870 yılında doğdu. Adı Muhammed, baba adı Muhammed, büyükbabası Tarhan, onun babası ise Uzluk.. Künyesi Ebu Nasr.. "Ebu Nasr Muhammed b. Muhammed b. Tarhan b.Uzluk el-Fârâbi" adına, Türk olduğunu belirtmek üzere bazı eserlerde "et-Türkî" lâkabı da ilâve edilir. Doğduğu şehre atıfla "Fârâbî" diye şöhret buldu.

Babası doğduğu yer ve bir sınır kasabası olan Vesic Kalesi'nde kumandan. Büyükbabası, o dönem Türk devlet ve topluluklarında bir asalet unvanı ve rütbe olan "Tarhan" adını taşıyor. İleride "İslâmî fikir tarihimizi başlatan bilgin" olma onurunu kazanacak olan Fârâblı Muhammed, asalet ve rütbelere sahip, saygın bir soy silsilesine ait olarak bu münbit kültür ortamında dünyaya geldi. Fârâbî'nin yetiştiği kültür ortamı İslâmiyet öncesi ve sonrası binlerce yıllık Türk kültür ve medeniyetinin bir sentezi durumunda idi. İslâmiyet öncesinin binlerce yıllık millet olma bilincine, devlet kurucu iradesine, bütüncü dünya görüşüne sahip Türk milletinin, İslâmiyet’in evrensel tevhid inancı ile buluşmasından ortaya çıkan bu sentez, insan merkezli bir atılımı kanatlandırmaya hazır bir bereketli ortamı oluşturuyordu. Bu hazır ortam, Fârâbî'yi dönülmez ilim yolculuğuna çıkaran itici güç oldu.

Önce, mensubu bulunduğu kültürün üretim merkezlerini dolaştı. Semerkant, Buhara, Merv ve Belh gibi kültür başkentlerinde, Kuran'ın akletmeye, tefekküre, bilgiye sevkeden önü sınırsıza açık mesajlarını inceledi. Kadim Türk kültürünün tekçi din anlayışına paralel bu tevhidi tebliğin eski Yunan'ın birbirinden bağımsız çokçu prensipleri ile İran'ın birbiriyle çarpışan zıt ilâh anlayışından farklılığını gördü. O'nun kişiliği, her şeyden önce içinde yetiştiği "Türk" ve "Müslüman" kişiliği idi. Katıksız, sade Türk yetişme tarzından farklı inanç ve kültür alaborasının içine atıldığı ömürlük sürede bu Türk ve Müslüman kişiliğinde en küçük bir sapma olmadı. Zengin bir ilim dili olan Arapça'nın hakim olduğu kültür çevresinde eserlerini zorunlu olarak Arapça yazdı ama "Türkçe" konuştu. Bağdat, Şam, Halep gibi farklı kültür ortamlarında hep Türk kıyafeti ile dolaştı, kabul edildiği devlet ricalinin huzuruna üzerinde Türk harmanisi, ayağında sivri uçlu Türk yemenisi ile çıktı. Fârâbî kadar doğumundan-ölümüne hayatını bir okul haline getiren; genç yaşta çıktığı yurdunu, mesleğini, makamını ilim öğrenme uğruna feda eden bir başka kişilik var, herhalde o da tarihin Fârâbî kadar mutlu ve onurlu bir kişisi olmalıdır. Büyük bilgin, ilim yolculuğundan bir daha geri dönmedi ama, 339 (950) yılında Şam'da hayata veda ederken, geriye 100'den fazla eser ve kıyamete kadar sürecek bir saygınlık bıraktı.

Sibernetik alimi hayatı hakkında, kitabının girişindeki kısa açıklamanın dışında bilgi yoktur. 1181-1206 yılları arasında Amid'de (Diyarbakır) Artuklu hanedanının himayesinde bulunduğu söylenen Cezeri 1205'te tamamladığı Kitab fima'rifeti'l-hiyeli'l-hendesiye adlı ünlü eseri Emir Nasirüddİn Mahmud'un isteği üzerine kaleme almıştır. Cezeri lakabıyla şöhret bulmasının sebebi, Cezire (ada) denilen Dicle ile Fırat arasındaki bölgede doğmuş olmasıdır. Artuklu Türklerindendir. 1150 yılında Diyarbakır'da dünyaya geldi.

Cezeri, İslam medeniyetinin oldukça ilerlediği, Doğu Anadolu'da kültür faaliyetlerinin yoğunlaştığı bir devrede ilim ve imar işlerinde bir hayli ilerIeyen Artukoğulları sarayına girdi. Orada 32 yıl Reis-ül amal (başmühendis) olarak görev yaptı. Nureddin Muhammed (1167) ve onun oğulları Kutbeddin Sökmen (1185) ile Nasüriddin Mahmud'un (1201) hükümdar oldukları dönemlerde büyük hizmetlerde bulundu. Karaaslan tarafından Hısn Keyfa'da inşa ettirilen muhteşem köprü ile onun altındaki çarşı, han, hamam ve mahallelerin imarında emeği geçti.

Cezeri, sadece otomatik sistem kurmakla yetinmeyip, otomatik olarak çalışan sistemler arasında denge kurmayı da başarmıştır. O aradan 800 yıl gibi bir zaman geçtikten sonra sibernetiğin babalarından sayılan İngiliz Nöroloji Profesörü Dr. Ross Ashby, ancak 1951'de "Üstün Denge Durumu"nu ortaya atabilmiştir ve ancak ilk defa o zaman otomatik olarak işleyen sistemlerin üstünde bunları kontrol eden sistemlerden söz edebilmiştir. Her ne kadar Fransızlar, sibernetik ve elektronik sistemin Descartes (1596-1650) ve Pascal'la (16231662), Almanlar Leibniz'le (1646-1716), İngilizler de Roger Bacon'la (1214-1294) başladığını söylerlerse de, gerçekte Cezeri bu fikri ilim dünyasına takdim eden ilk bilgin olarak karşımıza çıkmaktadır .

Bugün fizikçi ve mekanikçiler, ''Isı Etkisiyle Haberleşerek Denge Kurma'' sistemini ilk defa olarak James Watt'ın (1760-1819) 1780'de regülatörü icat etmesiyle gerçekleştirdiğini söylerler. Bu doğru olmakla birlikte, bunun Cezeri'ye kadar dayandığı kitabından rahatlıkla anlaşılacaktır. Günümüzden 800 yıl önce, bugünkü Diyarbakır yöresinde yaşayan Artuklu Türklerinin hükümdarı Mahmud, ''Ben abdest alırken ayaklarıma su döken hizmetçilerimin bana hakları geçiyor'' diye düşünerek rahatsız olur ve sarayın başmühendisinden bu işe bir çare bulmasını ister. Bir süre sonra mühendis, abdest suyu döken bir robot yapmayı başararak, bunu hükümdara sunar. Robot, elinde tuttuğu testiden hükümdarın abdest alabileceği şekilde elini, kolunu oynatarak su dökebilmektedir. O güne kadar görülmemiş bu mühendislik harikası karşısında hükümdar, hayretler içinde kalır . Bu eserin mucidi Cezeri'den başkası değildir. Hükümdar, onun çalışmalarına büyük destek olur. Cezeri de kendi kendine öten tavus kuşları, robot filler, uzatılan bardaklara şerbet döken, bardak dolduğu zaman da kendi kendine duran kadın robotlar gibi 50 değişik buluşla hükümdarın bu desteğinin karşılığını fazlasıyla verir. Cezeri 1220 yılında ölmüştür.


Cezeri'yi Bilim Dünyasına Tanıtan Eseri

Cezeri'yi üne kavuşturan husus, sibernetik ve elektronik sistemle ilgili robotlar, makineler yapması ve bunları eserinde tarif etmesidir. Cezeri'nin meşhur eserinin adı ''Kitabü'l-Cami Beyn'el-İlmi ve'l-Ameli en Nafi fi Sınaati'l-Hiyel="Mekanik Hareketlerden Mühendislikte Faydalanmayı İçine Alan Kitap"tır. Eserin daha başka değişik isimleri de vardır. Kitabın orijinali, günümüzde mevcut değildir. Fakat 5 tanesi Türkiye'de bulunmak üzere bütün dünyada bilinen 15 kopyası vardır. Türkiye'dekilerin 4'ü Topkapı, biri de Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir. Eser, zamanın ilim dili olan Arapça ile kaleme alınmıştır. Eserin nüshalarından birisi Topkapı Müzesi 3.Ahmed Kütüphanesi'nde 3472 numarada kayıtlıdır.

                                     El Cezeri'nin robot çalışmalarından bir örnek

Kitap, altı kısma ayrılmış olup, ilk dört kısmı onar, son iki kısım da beşer bölümden meydana gelmektedir. Bu kısımlar; su saatleri ve kandil saatleri, ziyafetlerde kullanılan kaplar ve sürahiler, el yıkama ve kan alma için kullanılan kaplar, çeşmeler ve mekanik yollarla hareket eden (otomatik) müzik aletleri, su pompalayan makineler, muhtelif aletler üzerinedir. Kitapta her aletin şekli renkli mürekkeplerle çizilmiş ve çalışması ayrıntılı olarak izah edilmiştir. Bu ayrıntılar da çeşitli renklerle gösterilmiştir. Ayrıca, şekillerde Arap harfleri kullanılarak bazı parçalar işaretlenmiş ve metinde bunlara göndermeler yapılarak, açıklamaların anlaşılması kolaylaştırılmıştır. Bazı nüshalarda ise bu harflerin ebced değerleri göz önüne alınmış, bazılarında da henüz açıklanamayan gizli bir harf sistemi kullanılmıştır. Metinde, aletlerin sonra, imal sırasına göre parçaların teker teker anlatılarak bunların montaj usulü açıklanmış ve en sonra o aletin çalışması hakkında bilgi verilmiştir .

Su ve kandil saatleri, Cezeri'nin gücünü ifade eden karmaşık aletlerdir. Su terfi makineleri ekonomik yönden daha önemli olmakla beraber, kitapta bunlara saatler kadar önem verilmemiştir. Metal döküm tekniğine ait bilgiler, ileri bir mühendislik seviyesini ifade etmektedir. Cezeri'nin aletleri yer çekimi kuvvetiyle çalışır ve bu kuvvet, düşürülen bir ağırlık, boşalan bir kaptaki şamandıra veya batan bir cisimle elde edilir. Cezeri, kullandığı makine parçalarını ve imal usullerini de en ince ayrıntılarına kadar tanımlamıştır. Büyük bir kısmı bugünkü Avrupa mühendislik terminolojisine giren makine parçaları üzerine yaptığı çalışmaların en önemlileri şunlardır: Konik vanalar, kapalı kum kutularında pirinç ve bakır döküm, tekerleklerin balansı. Cezeri'nin mühendislik harikaları kağıttan maketlerinin yapılması, su akıtan savakların ayar edilmesi, çarpılmayı en az indirmek için ahşabın tabakalar halinde kullanılması, gerçek anlamda emme borusunun kullanılması, suyunu belli bir zaman aralığı ile boşaltan kaplar ve daire sektörü dişliler. Bunlardan bir kısmının yüzyıllar sonra Avrupa'da adeta yeniden keşfedildiği, bilinen tarihi bir gerçektir. Mesela, kapalı kum kutuları ile döküm, Avrupa'da 1500 yıllarında başlamıştır. Konik vanalardan ilk söz eden Leonardo da Vinci'dir. Su saatinde seviye kontrol cihazına benzer ve buhar kazanlarında kullanılacak bir aletin patenti, İngiltere'de 1784 yılında alınmıştır. Cezeri'nin makinelerinden sadece biri, su çarkı ile işleyen tulumba, modern mühendisliğin gelişmesine doğrudan doğruya katkıda bulunmuştur. Bu makine, a) Çift etki ilkesinin uygulanması, b) Dönme hareketinin ileri-geri hareketle çevrilmesi, c) Emme borusunun bilinen ilk kullanılışı olmasından dolayı çok önemlidir. Dolayısıyla, buhar makinesinin ve emme basma tulumbanın ilk örneği sayılabilir. Söz konusu makinede, akan suyun çevirdiği çark, düşey düzlemde bir dişliyi, bu dişli de yatay düzlemdeki diğer bir dişliyi döndürmektedir. Yatay dişlinin çevresine yakın bir yerde düşey bir pim bulunmaktadır. Bu pime ortası yarık ve diğer ucu yine bir pimle sabitleştirilmiş bir çubuk geçirilmiş ve bu çubuğa da tulumbalarının piston kolları bağlanmıştır. Yatay diş dönünce yarık çubuk açısal bir hareket yapmakta, piston kolları da ileri-geri gidip gelerek tulumbaları çalıştırmaktadır.

Cezeri, kendisinin, Helenistik çağdan XIII. yüzyıla kadar uzanan bir mühendislik geleneğinin İslam dünyasındaki bir devamı olduğunun bilincindedir. İslam dünyasında Musaoğulları (bk. Beni Musa) ile başlayan bu gelenek, Cezeri'de zirveye ulaşmıştır. Cezeri, kendi yaptığı abidevi su saatinin Pseudo-archimedes'in yaptığı su saatine dayandığını söyler. Kitabının dördüncü kısmında, çeşmeler üzerindeki çalışmaları sırasında, Musaoğulları'ndan ve ayrıca Bizanslı Apollonios'un otomatik müzik aletleri üzerine yazdığı eserden de bahseder. Bu arada, kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen aletleri de zikretmiştir. Cezeri, esas itibariyle bir mucit değil, bir mühendistir ve görevinin kendinden öncekilerin yapmış oldukları aletleri mükemmelleştirmek olduğu kanaatindedir. Bu noktadan bakıldığında, eserinde, teori ile pratiğin eşit ağırlıkta olduğu, hatta bazı yazarlara göre aletleri yapmak için gerekli pratik bilgi ve kuralların ağır bastığı hissedilir. Gerçekten de O, çalışmasının pratik hayatta işe yarar bilgiler türünden olduğunu özellikle belirtir.

                                  El Cezeri robot çalışması

Cezeri'nin yaşadığı çağda elektrik gücü, magnetik güç, foton etkisi veya elektromagnetik güçler bulunmadığı için, o elindeki imkanları değerlendirmesini bilmiş, su gücü ve basınç tesirinden faydalanma yoluna gitmiştir. Gerçekten başka imkanlar bulunmadığı, su da kıt olduğu halde, bu derece muhteşem hidromekanik sistemle çalışan makineler yapabilmiş olması, onun sibernetik ilmi alanındaki yerini ve değerini göstermeye yetmektedir. Cezeri'nin tarif ettiği bazı makinelerin pratik faydaları oldukça büyüktür. Bunlardan bir kısmı, bir mil (eksen) boyunca yer alan dişlilerle çalışan bir nevi tulumbadır. Tulumba, bir sürü kepçeyi sırayla hareket ettirerek suyu çıkarmaktadır.

Bazı makinelerin ise yalnızca eğlendirici tarafı vardır. Mesela, içinde su varmış gibi görünmesine rağmen suyu boşaltılamayan su kapları ve içi boş gibi görünüp, su akıtan kaplar gibi. Günümüzde bu kaplarda kullanılan prensiplerden faydalanılarak bir kısım oyuncaklar yapılmaktadır. Hem eğlendirici, hem de faydalı olan bu cihazlara, çeşme ve su saati örnek gösterilebilir. Cezeri'nin saatlerinin çalışma sistemi ise, çoğunlukla aynı mil üstündeki bir gösterge ile üstünden, ucuna ağırlık asılı bir kayış geçen, kasnak biçimindedir. Ağırlığın düşüş hızı, yüzen bir cisimle kontrol edilmektedir. Yüzen cisim, kayışın öteki ucuna tutturulmaktadır. Bazı durumlarda da devrilebilen bir kova, otomatik olarak dolmakta ve devrilince bir mandalı iterek, dişlinin bir diş ilerlemesini sağlamaktır.


Değeri Yeni Anlaşılan Bilgin

Kitabü'l Hiyel, 1974 yılında Dortrecht ve Boston'da "AI-Jazari's Book of Knowledge of Ingenious Mechanigal Devices" adıyla Donald R.Hill tarafından İngilizce'ye tercüme edildi. Eserin bazı parçaları da Almanca'ya çevrildi. Maalesef kendi bilim adamımızın bu kıymetli eserini henüz Türkçe'ye tercüme edebilmiş değiliz. Bundan dolayı da otomatik makinelerin çalışması hakkında detaylı bilgiye sahip bulunmuyoruz. Cezeri'nin, kitapta tarif ettiği makinelerden birkaç tanesi, Wiedemann tarafından yapıldı ve başarıyla işletildi. Makineler, halen Almanya'nın Erlangen Üniversitesi'nde bulunmaktadır. Aynı zamanda bugün, İngiliz ve Amerikalılar da bu makinelerden faydalanarak yeni eserler ortaya koyma çabasındadırlar.

Ayrıca, ülkemizde İTÜ Bilim ve Teknoloji Tarihi Enstitüsü, Cezeri'nin kitabındaki şekillerin aslına sadık kalarak, tavuskuşlu su saatini yapmayı gerçekleştirmiştir. Cezeri'nin yaptığı makine parçalarının bir kısmına kendisinden 200-350 yıl sonra yaşayan Giovanni de Donti ve Leonardo da Vinci'de rastlanmaktadır.

Son söz olarak diyebiliriz ki, "Cezeri, ilim tarihine sibernetiğin kurucusu olarak kaydolmuştur."
Celâlzade Mustafa Çelebi Kanuni Sultan Süleyman Han devrinin önde gelen âlimlerindendir. Tosyalı Kâdı Celâl’in oğlu olup, çoğu defa yalnız Koca Nişancı namı ile anılırdı. Tosya’da doğan Mustafa Çelebi, ilk tahsilini burada yaptıktan sonra İstanbul’a giderek öğrenimini tamamladı.

Genç yaşında devlet hizmetine girdi. Piri Paşa'ya intisap ederek 1516’da Divan Kâtibi oldu. İslâm yazılarından “dîvânî” yazıda başarılı olduğundan mesleğini çabuk ilerletti. Yavuz Sultan Selim Hanın iltifatına kavuştu. Piri Paşa'dan sonra İbrahim Paşanın da takdirini kazandı. Mısır’a gittiği sırada Mustafa Çelebi’yi de sır kâtibi olarak beraberinde götürdü. Mısır’da bulundukları sırada asayiş, huzur ve düzenin temini için yeni kânunlar hazırlanmasında sadrazam İbrahim Paşanın yanında fevkalâde liyakat gösterdi. Mustafa Çelebi’nin resmî yazı ve raporları hazırlamadaki üstün kabiliyeti henüz bilinmemekle beraber, çoğu defa bazı mühim name-i hümayunlar (padişah mektupları) ve fermanlar ile beratlar ona yazdırılıyordu.

Mustafa Çelebi, 1534 Irakeyn Seferinde, Nişancı Seydi Bey'in vefatı üzerine Nişancılık makamına getirildi. 1534’ten 1557’ye kadar aralıksız bu makamda devlete hizmet etti. Birçok kânun ve nizamların hazırlanmasını sağladı. Ayrıca dış ülkelerle olan siyasi münasebetlerde fevkalâde maharet sahibi olduğunu gösterdi. Divan-ı hümayunda, yani Osmanlı İmparatorluğu Bakanlar Meclisinde, kânunlarla ilgili hususlarda devamlı fikri alınırdı. Sonraki devirlerde derlenen bu kânun ve nizamlar Celâlzade Kânunları adıyla Osmanlı tarihinin altın sayfalarına geçti. Nişancılıktan ayrılan Mustafa Çelebi’ye Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından emeklilik maaşı bağlandı. Bununla beraber, devlet hizmetlerinden büsbütün el çekmiş değildi. 1567 tarihinde tekrar Nişancılığa tayin olundu. Daha önce Zigetvar Seferi'ne katılan Mustafa Çelebi ölümüne kadar bu vazifede kaldı. Aynı yıl içinde vefat ederek İstanbul’da Eyüp Sultan'da bulunan Nişancılar Camii yanında defnedildi.

Nişancı olup da emekliye ayrıldığı ilk dönemde burada güzel bir ev yaptırmıştı. Ayrıca bir hamam ve dâhil olduğu Halvetî tarikatı için de bir tekke yaptırdı. Emekliye ayrıldığı dönemde evinin bir ilim ve irfan yuvası olduğu, ilim ve edebiyat âşıklarını himaye ettiği rivayet edilmektedir.

Mustafa Çelebi, güzel yazı yazmakta ve resmî yazıları kaleme almakta pek maharet sahibiydi. Aynı zamanda takdir edilen bir şairdi. Padişaha sunduğu kasideler pek beğenilir, kendisine ikram ve iltifat olunurdu. Cömert ve şefkatli olan Mustafa Çelebi, devlet hizmetlerinden başka yalnız şiir ve inşa ile meşgul olmakla kalmamış, birçok telif ve tercüme eser bırakarak ilme ve fenne de hizmet etmiştir. Eserlerinin başında Kanuni Sultan Süleyman devrini gayet güzel bir üslûpla anlatan Tabakâtü’l-Memâlik fî Derecâti’l-Mesâlik adlı eseri gelmektedir. Tarihçi Peçevî bu esere "manzum ve mensur Şehname" adını vererek kıymetini ifade etmeye çalışmıştır. İlk Nişancılığı zamanında Horasanlı Mu’inü’l-Miskin’in Peygamberler Târihi ile ilgili Me’aricü’n-Nübüvve adlı eserini Türkçeye tercüme etti. (Bu eser, sonradan 17. asır âlimlerinden Altıparmak Mehmed Efendi tarafından da tercüme edilerek basıldı. Altıparmak Tarihi adıyla günümüzde yeniden bastırılmıştır.)

Mustafa Çelebi, emekliye ayrıldığı sırada oturmakta olduğu Eyüp Sultan'daki evinde Mevâhibü’l-Hallâk fî Merâtibi’l-Ahlâk adlı pek kıymetli bir eser hazırladı. Bu eser, İslâm ahlâkını anlatmaktadır. Daha sonra Enîsü’s-Selâtîn ve Celîsü’l-Havâkîn adı verilen bu eser, 54 bölümden meydana gelmektedir. Merhumun ayrıca, Yavuz Sultan Selim’i, din ve devlete olan hizmetlerini anlatan Selimnâme adlı bir eseri ile Nişânî mahlaslı bir Divan’ı vardır. Bunlardan başka birkaç tercüme eseri daha mevcuttur.
Büyük Türk matematik ve astronomi bilgini olan Cemşîd, Kâş şehrinde doğdu. İsmi, Cemşîd bin Mesudülkası olup, lâkabı Gıyaseddin'dir. 1416'da Karakoyunlu Sultanı İskender'in hizmetine girdi. 1420'de Timur'un torunu Uluğ Bey tarafından Semerkant'ta kurulan ünlü rasathanenin müdürlüğüne getirildi. Aynı yıllarda ünlü bilgin Bursalı Kadızade-i Rumî'de Semerkant medresesinin başmüderrisi bulunuyordu.

15.yy'ın ilk yarısında, Batı Türkistan'da matematik ve astronomi bilimleri en yüksek derecesine ulaşmış ve Avrupalıların bu alandaki bilgilerini geride bırakmıştı. Mesela Cemşîd, 1427'de tamamlayıp Uluğ Bey'e sunduğu Miftah-ül-Hisab (Hesap Anahtarı) adlı eserinde, herhangi bir derecede kök almanın yollarını anlatır. Bunlardan biri, tabii üs için Lewton'un iki terimli formülünü uygulama temeline dayanır; bu formül Avrupa'da Cemşîd'in kitabından ancak yüz yıl sonra bulundu. Cemşîd ondalık kesirler kuralını ilk defa uyguladı ve bunlar üzerinde dört işlemi gösterdi. Bu kural, Avrupa'da ancak 16.yy'ın sonlarında, Hollandalı matematikçi Simon Stevin tarafından uygulanabildi. Cemşîd, yine aynı eserinde üçüncü derece denklemi çözebilecek bir yöntem de teklif etti. Risâle fi Muhit-ül Dâire (Dairenin Çevresi Hakkında El Kitabı) adlı eserinde de pi sayısının değerini 17 ondalık rakamla doğru olarak hesapladı. Bu hesap Avrupa'da ancak 1597'de Ludolf van Ceulen tarafından yapılabildi. Cemşîd, Uluğ Bey'in adıyla anılan astronomi cetvellerinin hazırlanmasına yardım etti; ayrıca hekimlikle de uğraştı.

El yazması halindeki başlıca eserleri: Miftah-ül Hisab (1864'te Fransızcaya çevrildi.), Er-Risâlet-ül-Kemaliye (Olgunluk Risalesi) diğer adı Süllem-üs-Sema (Gök Merdiveni), Er-Risâlet-ül-Muhitiye fi İstihrac-i Muhiti Daire (Daire Çevresinin Bulunması Hakkında Risale), Risâle fi İstihrac-i Ceybi Derecet-in Vâhide (Bir Derecenin Sinüsünün Hesaplanması). Cemşîd'in üçüncü dereceli denklemin çözümü hakkındaki teklifi bu eserdedir. Cemşîd'in bunlardan başka ondan fazla eseri vardır. Cemşîd, 1437 yılında Semerkant'ta ölmüştür.
Ülkemizde matematiğin simgesi haline gelen Cahit Arf 1910 yılında Selanik’te doğdu. 1932 yılında Galatasaray Lisesi’nde matematik öğretmenliği, 1933 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde profesör yardımcısı (Doçent adayı ) olmuştur. Doktorasını 1938 yılında Almanya’da Göttingen Üniversitesi’nde tamamladı. Daha sonra İstanbul Üniversitesi’ne dönen Arf, 1943 de profesör, 1955’de Ordinaryus Profesör oldu.1964-1965 yılları arasında Fransa’da bulunan Princiton’daki Yüksek Araştırma Enstitüsü’nde konuk öğretim üyesi olarak görev yaptı.

1938 yılından beri Cahit Arf cebir, sayılar teorisi, elastisite teorisi, analiz, geometri ve mühendislik matematiği gibi çok çeşitli alanlarda yaptığı çalışmalarla matematiğe temel katkılarda bulunmuş, yapısal ve kalıcı sonuçlar elde etmiştir.

Bütün Türk matematikçilerine dolaylı veya dolaysız bir şekilde esin kaynağı olmuş, yaptığı uyarılar ve verdiği fikirlerle çevresindeki tüm matematikçilerin ufuklarını genişletmiş ve çalışmalarını yeni bir bakış açısıyla yönlendirmelerini sağlamıştır.

Cahit Arf’ın ilk çalışması, 1939 yılında Almanya’nın ünlü bir matematik dergisi olan Crelle Journal Dergisi’nde yayınlanmıştır. Cahit Arf çözülebilen cebirsel denklemlerin bir listesini yapmak amacıyla Göttingen’de ünlü matematikçi Hasse’nin doktora öğrencisi oldu. Hasse’nin önerisiyle özel haller problemini çözdü. Cahit Arf bu çalışmasıyla sayılar teorisinde çok özel bir yeri olan lokal cisimlerde dallanma teorisine çok önemli yapısal bir katkıda bulunmuştur. Burada bulduğu sonuçlardan bir bölümü dünya matematik literatüründe “Hasse-Arf Teoremi”olarak geçmektedir.

Bundan sonra uğraştığı problem, matematikte “kuadratik formlar” olarak bilinen konudadır. Uzayda konisel yüzey denklemleri buna basit bir örnek olarak gösterilebilir. Bu konudaki temel problem, kuadratik formların bir takım invaryantlar, yani değişmezler yardımıyla sınıflandırılmasıdır. Bu sınıflandırma Witt adında ünlü bir Alman matematikçi tarafından karakteristiği ikiden farklı olan cisimler için 1937 de yapılmıştır. Karekteristik iki olunca problem çok daha zorlaşıyor ve Witt’in yöntemi uygulanamıyordu. Cahit Arf bu problemle uğraştı ve karakteristiği iki olan cisimler üzerindeki kuadratik formları çok iyi bir biçimde sınıflandırdı. Bunların invaryantlarını, yani değişmezlerini inşa etti. Bu invaryantlar dünya literatüründe “Arf İnvaryantları” olarak geçmektedir. Bu çalışması 1944 yılında Crelle Dergisi’nde yayınlandı ve Cahit Arf ‘ı dünyaya tanıttı.

1945’lere gelindiğinde düzlem bir eğrinin herhangi bir kolundaki çok kat noktaların çok katlılıklarının yalnız aritmetiğe ait bir yöntem ile nasıl hesaplanacağı iyi bilinmekteydi. Düzlem halde algoritmanın başladığı sayılar eğri kolunun parametreli denklemlerinden bilinen bir kanuna göre elde ediliyordu. Genel durumda ise böyle bir sonuç henüz bulunamamıştı. Bu sıralarda İstanbul’da Patrick Du Val adında bir İngiliz matematikçi bulunuyordu. Du Val genel halde algoritmanın başladığı sayılara “karakter” adını vermiş ve eğrinin tüm geometrik özellikleri bilindiği zaman bu karakterlerin nasıl bulunacağını göstermişti. Bunun tersi de doğruydu. Bu karakter bilinirse, eğrinin çok katlılık dizisi, yani geometrik özellikleri de bulunabiliyordu. Burada açık kalan problem ise bir eğrinin denklemleri verildiğinde karakterlerini bulabilmek idi. Cevap düzlem eğriler için bilinmekte, ama yüksek boyutlu uzaylarda bulunan tekil eğriler için bilinmemekte idi. Ayrıca, yüksek boyutlu bir uzayda tanımlanmış bir tekil eğrinin çok katlılık özelliklerini, yani geometrik özelliklerini bozmadan en düşük kaç boyutlu uzaya sokulabileceği de bu problemle beraber düşünülen bir soru idi. Bu çeşit sorular matematiksel bakış açısının temel problemi olan sınıflandırma probleminin eğrilere uygulanması bakımından son derece önemli ve zor sorulardı. Cahit Arf bu problemi 1945’de tamamı ile çözmüş ve tek boyutlu tekil cebirsel kolların sınıflandırılması problemini kapatmıştır. Bu sonucun zorluğu hakkında fikir elde edebilmek için düzgün varyetelerin sınıflandırılması probleminin bugüne kadar 1,2 ve kısmen 3 boyutlu varyeteler için çözüldüğünü tekilliklerinin sınıflandırılması probleminin ise 1 boyutlu varyeteler, eğriler için Cahit Arf tarafından çözüldüğünü göz önüne almak gerekir. Cahit Arf bu problemi çözerken önemini gözlediği ve problemin çözümünde en önemli rolü oynadığını fark ettiğini bazı halkalara “karekteristik halka” adını vermiş ve daha sonra gelen yabancı araştırmacılar bu halkalara “Arf Halkaları” ve bunların kapanışlarına “Arf Kapanışları” adını vermişlerdir. Cahit Arf’ın bu çalışması 1949 ‘da Proceedings of London Matematical Society dergisinde yayınlanmıştır.

Cahit Arf’ın 1940’lı yıllarda yaptığı bu çalışmaların günümüzde hala kullanılıyor olması, onun kalıcılığını ispatlamıştır. Cahit Arf’ı ilk tanıyan bir kişi onun sadece matematiğe ilgi duyan bir insan olduğu izlenimini edinebilirdi. Cahit Arf için, matematik her şeyin üzerinde ve ötesindeydi. Ancak, onu TÜBİTAK’ın kurulmasında ve gelişmesinde gösterdiği çabayı ve özeni bilenler Cahit Arf’ın öyle içine kapanık, matematikle uğraşan, dış dünya ile ilgilenmeyen bir kişi olmadığını bilirler. Mühendisliğin günlük hayattan doğan problemlerine her zaman ilgi gösterirdi. Ama, bu probleme mutlaka matematiksel bir model bulmaya çalışırdı. Hele bir de pratikten gelen problemi matematik olarak çözüme kavuşursa pek keyiflenirdi. Mustafa İnan’la böyle bir işbirliği yapmış ve İnan’ın köprülerde gözlemleyip, araştırdığı bir sorunun matematiksel kesin çözümünü vermiştir. Bu çalışmaları Cahit Arf’a İnönü Ödülü’nü kazandırmıştır.

Üniversitede rektörlük, dekanlık gibi idari görevler almaktan kaçınmıştır. Araştırmacıların bu gibi görevlerden uzak durmaları gerektiği görüşündeydi. Ama uzun yıllar TÜBİTAK Bilim Kurulu Başkanlığı’nı da özveriyle yürütmüştür. Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde bulunduğu yıllarda yeni ve farklı bir üniversite modelinin ve kültürünün ortaya çıkması için çaba göstermiştir. Akademik dünyanın yapay hiyerarşik ayrımlarıyla alay etmiştir. Genç öğretim üyeleri ve öğrencilerle çok güzel, yararlı ve keyifli diyalog içindeydi. Her zaman üniversite içi çekişmelerden ve politikadan özenle uzak durduğu halde, ODTÜ sistemi tehlikeye düştüğünde duyarlı ve sorumlu bir bilim adamı olarak kendini bir mücadelenin içine atmaktan çekinmemiştir. Bu onurlu mücadele de bile matematiğin aksiyomatik yaklaşımını kimseye farkettirmeden kullanmıştır.

Cahit Arf 1948’de İnönü Ödülü, 1974’de TÜBİTAK Bilim Ödülü, 1980’de İTÜ ve KATÜ Onur Doktorası, 1981’de de ODTÜ Onur Doktorası’nı aldı. Genç yaşta Mainz Akademisi Muhabir Üyeliğine seçildi ve Türkiye Bilimler Akademisi Onur Üyesi oldu. Cahit Arf matematikte kalıcı izler bırakarak 26 Aralık 1997‘de aramızdan ayrılmıştır. Türkiye’de ve dünyada her zaman hatırlanacaktır.
Top