Türk Bilimadamaları

Kadızadei Rumi

Türk matematikçisi ve astronomu. Bursa kadısı Koca Efendi'nin oğlu olan Kadızadei Rumi (asıl adı Musa Paşa Bin Mahmut Bin Mehmet Bin Selahattin'dir), 1337'de doğdu. Molla Fenari'den matematik ve astronomi dersleri aldı. Çağın ünlü bilim merkezlerinden sayılan Semerkant'a gidip, Uluğ Bey'den yakınlık görerek, Uluğ Bey'in Semerkant'ta kurduğu medreseyi yönetti ve Uluğ Bey'in Zic'i adı verilen astronomi cetvellerinin hazırlanmasına katkıda bulundu. Seyyit Şerif Cürcani'yle tartışmalara girişip, onun Mevakıf (Duraklar) adlı yapıtındaki birçok yanlışı gösterdi.

Astronomi araştırmaları sırasında matematiğin verilerinden ve ilkelerinden yararlanan ilk bilim adamı oldu. Felsefe konularında akılcı bir tutum benimseyip, matematiksel kesinlik dışında kesin ve genel geçerliliği olan bir gerçeklik tanımadı. İnancın akılla bağdaşmadığını, inanç ile akıl alanlarının farklı olduğunu, bu nedenle inanç alanına giren konularda akılla çözüm aramanın yanlış olduğunu, böyle bir tutumun, aklı inancın hizmetine sokmak anlamına geleceğini öne sürdü. Ali Kuşçu, Fethullah Şirvani, v.b. öğrenciler yetiştirdi.

Başlıca Yapıtları

Risale fi İstihrac il-Ceyb Derece Vahide (Birinci dereceden çıkarma üstüne risale), Şerh-i Eşkâl üt-Tesis (Eşkâl üt-Tesis açıklaması), Muhtasar fi'l Hisap (Hesap Özeti)

Fârâbî'nin talebesi olan İbn-î Sinâ, 980'de Buhara yakınlarındaki Afşan'da doğdu. 10 yaşında Kur'an-ı Kerim'i ezberledi, 18 yaşına kadar, devrinin tüm ilimlerini öğrendi. Buhara'da karışıklık çıkması üzerine, 20 yaşındayken Harezm'e giderek, Harezmşah Ali bin Me'mun'un yanına yerleşti. Zamanının bir kısmını devlet idaresinde, bir kısmını hapiste geçirdiği halde yine de yüzden fazla eser yazmış, ilim ve felsefenin her dalında çığırlar açmıştır. 1037'de Hemedan'da ölen İbn-î Sinâ'nın şiirleri de vardır. Hatta bir tanesi Ömer Hayyam'ın Rubaileri'nin arasına ismi anılmadan alınmıştır.

 

Hareket, kuvvet, boşluk, ışık, ısı ve yer çekimi hakkında araştırmalar yapmıştır. Astronomi ve jeoloji alanındaki (dağların teşekkülü konusu) gözlemleri bugün için bile geçerlidir. İbn-î Sinâ'nın asıl büyüklüğü doktorluğundadır. Kitab-ül Şifa adındaki 18 ciltlik ansiklopedisi, ismine rağmen tıptan çok matematik, fizik, metafizik, teoloji, ekonomi, siyaset ve musiki konularını içine alır.

 

Onun tıp şaheseri, kısaca 'Kanun' diye bilinen 'El Kanun Fi't-Tıp' adlı büyük kitabıdır. Eser fizyoloji, hıfzıssıhha, tedavi ve farmakoloji konularına ayrılmıştır. Kitap dikkatle incelendiğinde, İbn-î Sinâ'nın bugünkü tıp için bile geçerli olan pek çok ileri görüşleri bulunduğunu; mesela mikroskop olmadığı halde, hastalıklara 'mikrop'a benzer yaratıkların yol açtığını sezebildiğini görürüz.

 

İbn-î Sinâ'nın 'Kanun'u 12. yüzyılda Latince'ye çevrildi ve Batı tıp aleminde bir patlama tesiri yaptı. Roma'nın Galen'i de, Râzî de ilimde eriştikleri tahtlarından indirildiler ve çağın Fransa'sının en meşhur tıp fakülteleri olan Montpellier ve Lauvain üniversitelerinin temel kitabı Kanun oldu. Durum 17. yüzyılın ortalarına kadar böyle devam etti ve İbn-î Sinâ, 700 yıl Avrupa'nın tıp hocası oldu. Altı yüzyıl önce Paris Tıp Fakültesi kütüphanesinde bulunan 9 ana kitabın en başında İbn-î Sinâ'nın Kanun'u yer almıştır. Çünkü Yunanlıların ilk çağlarından MS. 925 yılına kadar tıp sahasında ne bulunabilmiş ve bilinmişse, kendi seziş ve keşiflerini de katarak kitabın içine almıştı. Bugün hala Paris Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri St. Germain Bulvarı yanındaki büyük konferans salonunda toplandıklarında iki Türk doktorun duvara asılı büyük boy portresi ile karşılaşır. Bu iki portre, İbn-î Sinâ ve Râzî'ye aittir.

Hezarfen Ahmed Çelebi, dünyada ilk kez uçmayı başaran Türk bilginidir. Onyedinci yüzyılda yaşadığı, 1623-1640 yılları arasında saltanat süren Sultan Dördüncü Murad zamanında, uçma tasarısını gerçekleştirdiği ve geniş bilgisinden ötürü halk arasında Hezarfen olarak anıldığı bilinmektedir.

Evinde deneylerle uğraşıp, çeşitli konularda araştırmalar yapan Hezarfen Ahmed Çelebi, İsmail Cevheri adlı bir başka Türk bilginini örnek alarak, bugünkü hava taşıtlarının ilkel şeklini gerçekleştirmişti. Kuşların uçuşunu inceleyerek tarihi uçuşundan önce hazırladığı kanatlarının dayanıklılık derecesini ölçmek için, Okmeydanı'nda deneyler yapmış ve bir sabah kıyılarda biriken İstanbul halkının gözleri önünde, Galata kulesinden kendisini boşluğa bırakarak, kanatlarını hareket ettirerek boğazı aşmış ve Üsküdar'daki Doğancılar semtine inmiştir.

Sarayburnu'ndaki Sinan Paşa köşkünden bu durumu seyreden Sultan Dördüncü Murad, Ahmed Çelebi ile önce çok yakından ilgilenmiş, ancak bu derece bilgili ve becerikli bir adamın varlığından kuşkuya düşerek onu Cezayir'e sürgün etmiştir. Ahmed Çelebi orada vefat etmiştir.
Hulusi Behçet

Hulusi Behçet (20 Şubat 1889 - 1948 İstanbul), Türk dermatoloji uzmanı ve bilim insanı. 1937 yılında, bir kan damarı enflamasyonu (vaskülit) hastalığı olan ve bugün kendi adıyla anılan Behçet hastalığını tarif eden ilk bilim adamı olmuştur.

Zor bir çocukluk geçiren Behçet çok genç yaşta annesini kaybetmiş ve büyükannesi tarafından büyütülmüştür. Babasının Şam'daki işleri sebebiyle ilk eğitimini o dönemler Osmanlı Devleti'nde bulunan Şam'da tamamlamıştır. Fransızca, Almanca ve Latince öğrenmiştir. Tıp eğitimini Gülhane Askerî Tıp Akademisi'nde almıştır zira o dönemlerde Osmanlı Devleti'nde sivil tıp eğitimi almak mümkün değildir. 1910'daki mezuniyetinden sonra dört yıl boyunca dermatoloji ve cinsel yolla bulaşan hastalıklarda ihtisas yapmıştır.

Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında Edirne'deki askerî hastanede dermatoloji ve zührevi hastalıklar uzmanı olarak çalışmıştır. Savaştan sonra (1918-1919 arası) tıbbi bilgisini geliştirmek amacı ile önce Budapeşte'ye sonra da Berlin'e gitmiştir. Birçok ünlü meslektaşı ile tanışma fırsatı bulmuştur. Türkiye'ye döndükten sonra serbest çalışmaya başlamış; önce Hasköy Cinsel Hastalıkları Hastane'sinde (Haliç) başhekim olmuş, sonra Vakıf Gureba Hastanesi'ne geçmiştir. O dönemde İstanbul Tıp Fakültesi'nin bir parçası olan hastanede profesörlük de yapmıştır.

1923'te, meşhur bir diplomatın kızı olan Refika Davaz ile evlenmiştir. Evliliklerinden bir kızı vardır. 1933'de eski Dar-ül Funun'dan İstanbul Üniversitesi yeni kurulmuştu. Bu reform döneminde İstanbul Üniversitesi'nde dermatoloji o zamanki adıyla Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniğini kurmuş ve profesör seçilmiştir. Hulusi Behçet, Türk akademisinde profesör unvanını alan ilk kişidir. Mesleğinin ilk yıllarından beri dermatoloji konusunda üretken bir bilim adamı olarak, birçok ulusal ve uluslararası kongreye orijinal makalelerle katılmış ve birçok bilimsel dergide makalesi yayınlanmıştır.

Ünlü Alman patolojicisi Prof. Schwartz onun için: "Behçet dünya çapında ünlü bir bilim adamı ama Türkiye'de değil." demiş ve eklemiştir: "o her zaman yurtdışında buluşlarını tanıtıyor; bunun için onu Türkiye'de bulamıyorsunuz."

Behçet, yeni jenerasyonların eğitimine yardımcı olmak için çok sayıda makaleyi Türkçe'ye çevirdi ve Kore gibi çok uzak ülkelerle ilişki kurmak için uluslararası derlemelerde orijinal olgu sunuları yayınladı. 1922'den itibaren frengi üzerinde çalışmalar yaptı ve frenginin tanısı, tedavisi, kalıtımsal özellikleri, serolojisi ve toplumsal yönleri üzerine birçok uluslararası makale yayınladı. Leishmaniasis (Oriental sore) 1923'den itibaren Dr. Behçet'in üzerinde çalıştığı bir diğer hastalıktı. Hakkında pek çok makale yayınladı ve diathermi ile tedavisinde başarılı oldu. Bir leishmania olgusunda, kabuk kaldırıldığında görünen "tırnak belirtisini" ilk defa tanımladı. Yayınlanmış eserlerinin bir kısmı parazitoz ile ilgiliydi. 1923 yılında Türkiye'deki "gale cereal - uyuz?" etkenlerini tanımladı.

O, aynı zamanda Türk tıbbının gelişiminde yayıncılıkta da öncüydü ve 1924'de Türkiye'deki "Turkish Archives of Dermatology and Syphilology" isimli ilk dermato-veneroloji dergisinin sorumlusuydu.

Harezmi dokuzuncu yüzyılda yetişen cebir alanında ilk defa eser yazan Türk matematik, coğrafya ve astronomi alimidir. İsmi Muhammed bin Musa el-Harezmi, künyesi Ebu Abdullah’tır. Adı Latinceye Alkhorizmi, Fransızcaya Algorithme, İngilizceye ise Augrim şeklinde geçmiştir. 780 senesinde Harezm’de doğduğu kabul edilir. 850 senesinde Bağdat’ta vefat etti. Üç oğlu olup, hepsi de matematik ilmi üzerinde ciddi çalışmalarıyla tanınır.

Harezmi, Hire bölgesinde bir Türk şehri olan Harezm’den ilim öğrenmek için ayrıldı ve zamanın ilim merkezi olan Bağdat’a gitti. Burada kıymetli İslam alimlerinden ders aldı ve kendini yetiştirdi. Zamanın Abbasi halifesi Me’mûn’dan (813-833) büyük yardım ve destek gördü. Me’mûn kurduğu kütüphanenin idaresini Harezmi’ye verdi. Böylece o zamana kadar gelebilen matematik ve astronomi kaynaklarını inceleme imkanı bulan Harezmi, Bağdat’taki ilimler akademisi olan Darülhikme’de vazife aldı.

Bütün ihtiyaçları Halife tarafından karşılanan Harezmi, Bağdat’ta ve seyahatlerinde matematik, astronomi ve coğrafya alanında kıymetli araştırmalar yaptı. 830 senesinde heyet başkanı olarak ilmi araştırmalar yapmak için Afganistan yoluyla Hindistan’a gitti. Halifenin isteğiyle Bağdat’taki Şamasiye ve Şam’daki Kasiyûn rasathanelerindeki rasat heyetiyle, yeryüzünün bir derecelik meridyen yayının uzunluğunu ölçmek için Sincar Ovası'na gönderildi. Harezmi, ilk defa birinci ve ikinci dereceden denklemleri analitik metotlarla, bir bilinmeyenli denklemleri de cebirsel ve geometrik metotlarla çözmenin kurallarını ve usullerini tespit etti. Matematikte ilk defa sıfır rakamını kullandı. Cebir ilmini, metodik ve sistematik olarak, ilk defa kendisi ortaya koydu. Harezmi’ye gelinceye kadar cebir adı altında olmamakla beraber, cebire ait birçok mevzular yer almıştır. Harezmi, bunları yeni usul ve keşifleriyle sistematik bir duruma getirerek cebir ismi altında toplayıp aşağıdaki kare ve dikdörtgenden ibaret misalde açıklanan geometrik ispat yolunu kullandı.
                                           Harezmi'nin bir kitabından örnek bir sayfa
Harezmi, matematik ilminin yanında astronomi ve coğrafya ilimlerinde de söz sahibiydi. O, yeryüzünün yapısını inceleyerek, kendi buluşu olan bilgileri ortaya koydu. O zamanlar bilinen; şehir, dağ, nehir ve adaları inceledi. Yeryüzünün çapını hesaplamak için Halife tarafından bir heyetle vazifelendirildi. Kitabu-Sûret-il-Arz adlı enlem ve boylam kitabını, heyetin hazırladığı esere ilave etti. Bu eserinde Nil Nehrinin kaynağını açıkladı. Malva’nın merkezi olan ve Hindistan’ın Gwalyar eyaletinin Ujjain şehrinden geçen boylam dairesini başlangıç meridyeni olarak almıştır. Batlamyus’un astronomik cetvellerini tashih etti. Onun hazırladığı astronomi tabloları asırlarca ilim dünyasına rehberlik etti. Bu tablolar 16. asır Avrupalı bilginlere rehber olmakla kalmayarak, başta Endülüs alimleri olmak üzere bütün Müslüman fen alimleri tarafından incelendi. Güneş ve Ay tutulmaları ile, paralaksa dair incelemelerinin bulunduğu Zic-ül-Harezmi adlı eserinde, astronomi için lüzumlu trigonometri bilgisi ve trigonometri cetvelleri de vardır.
Top