Sosyal Alanda İnkılâp Hareketleri

Sosyal Alanda İnkılâp Hareketleri

 

Bu alanda yapılan inkılâplar toplum hayatına çeki düzen vermek, Batı standartlarında bir sosyal hayat oluşturmak ve Batı ile olan ilişkilerde bir karışıklığa meydan vermemek amacıyla gerçekleştirilmişlerdir.

 

a)Kılık Kıyafette Değişiklik

 

Türk Milletine her alanda çağın icaplarına göre bir görüntü ve kimlik kazandırmak düşüncesini taşıyan M. Kemal, kılık-kıyafet konusunda bir inkılâbın gerekliliğine inanmaktaydı.O, bu maksatla halka giydikleri kıyafetin millî olmadığını, daha medeni bir görüntüye bürünmesi gerektiğini yaptığı muhtelif konuşmalarda anlatmıştır.M. Kemal’in bu konudaki kararlılığının bir sonucu olarak, Bakanlar Kurulu 2 Eylül 1925’te memurların şapka giymeleri yönünde bir karar almıştır.Ancak meclis bu kararı anayasaya aykırı bularak kabul etmek istememiştir. Bunun üzerine 25 Kasım  1925 tarihinde T.B.M.M’ de “Şapka Giyilmesi” hakkında bir kanun kabul edilmiştir. Yine 2 Eylül 1925 günü alınan bir kararla, din adamı dışındaki kişilerin cübbe ve sarık giymeleri yasaklanmıştır. Daha sonra 3 Aralık 1934’te din adamlarının, dinî kıyafetlerini (en yüksek din görevlisi hariç) sadece ibadet yerlerinde giymeleri esası getirilmiştir.

Böylece cumhuriyetin ilk yıllarında kılık-kıyafet alanında gerçekleştirilen bu inkılâplarla ülkede büyük ölçüde birlik-beraberlik sağlanmış ve halka daha modern bir görüntü kazandırılmıştır.

 

b)Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması

 

Selçuklular ve Osmanlılar zamanında Anadolu’nun Türkleşmesinde ve halkın müslüman kimliği içinde yoğrulmasında büyük hizmetleri geçen tarikatlar ve bunların kurumlaşmış şekli olan tekkeler, daha sonra asıl fonksiyonlarını kaybetmişlerdir. Dolayısıyla gerçek anlamda varlık sebepleri ortadan kalkmıştır.

 

Cumhuriyetin ilk yıllarında rejimi sağlamlaştırmak ve iç düzeni sağlamak amacıyla bir takım inkılâplara girişilince, Tekke ve Zaviyeler gerçekleştirilen bu inkılâplara karşı çıkmaya başlamışlardır.Halbuki yeni cumhuriyet rejiminde bu rejime ve inkılâplara karşı olan ve bu sebeple halk üzerinde olumsuz tesir yapabilecek böyle kuruluşlara ve yapılanmaya yer yoktu. M. Kemal bu konudaki kararlılığını, 1925’te yaptığı “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler,dervişler,müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve gerçek tarikat, medeniyet tarikatıdır” sözleriyle ortaya koymuştur. Bu düşünce ve kararlılığın ifadesi olarak, 30 Kasım 1925 günü kabul edilen bir kanunla tekke,zaviye ve türbeler kapatılırken,şeyhlik,dervişlik,dedelik,müritlik v.s. gibi unvan ve lakapların kullanılması da yasaklanmıştır.

 

c)Soyadı Kanunu

 

Cumhuriyet öncesi Türk toplumunda ailelerin dinî, sosyal,ailevî ve asalet kaynaklı lakaplar taşımaları,gerek insanlar arasında ayırıma yol açmakta,gerekse toplumsal ilişkilerde (nüfus,askerlik vb.) karışıklıklara neden olmaktaydı.Bu durum,cumhuriyetin millî sınırlar içinde tüm insanları eşit kabul etme mantığıyla bağdaşmıyordu.Dolayısıyla hızla modernleşen Türk toplumunda böyle bir bölünmüşlüğe yer verilmemeliydi.Bu gaye ile 21 Haziran 1934’te “Soyadı Kanunu” kabul edilmiştir.Bu kanuna göre; her Türk kendi adından başka ailesinin ortak olarak kullanacağı bir soyadı alacaktır.Alınan bu soyadları Türkçe olacak,yabancı milletlere ait adlar kullanılmayacak,soyadlarının ahlaka aykırı e komik olmamasına özen gösterilecektir.

 

24 Kasım 1934 tarihinde kabul edilen bir kanunla da,  M. Kemal’e T.B.M.M. tarafından “Atatürk” soyadı verilmiştir.

 

Yine bu tarihte   ağa, hacı , hafız, molla, hoca, efendi, bey,   beyefendi, hanım, hanımefendi, paşa, hazret gibi unvan ve lakapların soyadı olarak alınması yasaklanmıştır.Soyadı kanununun kabul edilmesi ile toplum hayatında yeni bir düzen ve disiplin sağlanırken, aile ve fertlerin de tam olarak tanınması mümkün olmuştur.

 

d) Kadın Haklarının Kabulü

 

Başta Atatürk olmak üzere T. C ’nin kurucuları, Türk Milleti’nin kadın-erkek ayrımı yapılmaksızın çağdaşlaşması görüşündeydiler. Dolayısıyla o tarihe kadar toplum hayatında aktif olarak yer alamamış olan Türk kadınlarının, bir an önce aktif hale getirilmeleri ve bunu sağlayacak bir takım kanuni düzenlemelerin yapılması gerekmekteydi. Türk kadını statüsü gereği erkeklerin gerisinde olduğu halde, Millî Mücadele sırasında erkeklerin yanında yer almış, Millî Mücadelenin kazanılmasında etkin rol oynamıştı.Bu nedenle Türk kadınına toplumda hak ettiği yer verilmeliydi.

 

Atatürk, Türk Milletini kalkındırmak ve çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak isterken,  kadınların bunun dışında tutulmasının mümkün olamayacağını belirtiyor ve 21 Mart 1923 tarihinde bir konuşmasında, “Kadınlara bir takım haklar tanınmasının gereği üzerinde” duruyordu.

 

Yorum bölümü sadece üyelerimize açıktır...

Top