Hun Devlet ve Uygarlıkları

Hun İmparatoru Metehan

Asya milletlerini ilk kez avucunda toplayan büyük hükümdar. Çin Seddi'ni ilk aşan Hun soyunun büyük Hakan'ı...Babasından bile gelse adaletsizliği kabul etmeyen Han Yabgu'su... Büyük Okyanus'tan Hazer’e Keşmir'den Kuzey Sibirya'ya kadar Asya'yı kaplayan toprakları avucunda tutan adam: Mete Han.

Osmanlı tarihçileri kendisini Oğuz Han olarak tanıtırlar. Osmanlıların da kökeni olan Oğuz boyu birçok imparatorluğa ve cihangire kaynaklık etmiştir. Oğuz boyundan gelen Mete Han'ın doğduğu tarih belli değildir. M.Ö. 209'da tahta çıktığı bilinir. 35 yıl Asya'ya hükmettikten sonra M.Ö. 174'de ölmüştür.

Büyük Hun İmparatorluğu'nun dağılması üzerine, Hunların büyük bir kısmı Volga ırmağı üzerinden Batı'ya doğru göç ederken, bir bölümü de Güneye doğru inmiştir. Güneye inen Hunlar daha sonraları Ak Hun İmparatorluğu'nu kurmuşlardır. Ortadoğu Hunları da denen Ak Hunlar, bir yüzyıldan fazla bir süre Horasan, Pencap, Afganistan, Hindistan, Harezm, İran ve Doğu Türkistan bölgelerinde egemen olmuşlar ve imparatorluklarını sürdürmüşlerdir.

Özellikle Çin kaynaklarında Ak Hunlar hakkında geniş bilgi vardır. Bir süre Türkistan'a egemen oldukları için Çinlilerle zaman zaman karşılaşmışlardır. Çin kaynaklarının yanı sıra eski İran, Latin ve Bizans kaynaklarında da Ak Hunlar hakkında bilgilere rastlanmaktadır. Batı Hun İmparatorluğu'nun kuruluş döneminde Ak Hunlar da Afganistan ve Kuzey Hindistan'da kendi imparatorluklarını kurmaya çalışıyorlardı. Ak Hunların o devirde İran'a egemen olan Sasanilerle çok yakın ilişkileri ve savaşları olmuştur. İslam kaynaklarında da Sasani devleti ile ilgili bölümlerde dolaylı biçimlerde Ak Hunlar devleti ile ilgili bilgiler verilmektedir. Son zamanlarda Hindistan'da yapılan tarih çalışmalarında da Ak Hunlar ve genel olarak Hunlar hakkında geniş bölümlere rastlanmaktadır.

Ak Hunlarla ilgili arkeolojik buluntular çok azdır. Ama tarihleriyle ilgili bilgi sağlayan öğeler arasında para ve kitabeler ön sırada yer alır. Para ve kitabelerin çoğu Doğu İran ve Afganistan yörelerinde ele geçmiştir. Bunların büyük bir bölümü Toraman ve Mihrakula dönemleri ile ilgilidir. Ak Hun paraları üzerinde yapılan çeşitli araştırmalar sonucunda bunların atlı, büst ve yarı drahmi tipi olarak üç türe ayrıldığı anlaşılmıştır.

Ak Hun devleti içinde bazı Moğollar ve İranlılar da yaşamışlardır. İmparatorluğun egemen öğesi ve toplumun çoğunluğu ise Hunlar'dan gelme Türklerdi. Ak Hun İmparatorluğu'nun diğer bir merkezi de Kunduz'da bulunan Huo kenti idi. Gor'dan sonra bu kent de önemli bir merkez durumuna gelmiştir. Huo da Toharistan bölgesinde yer alıyordu. Toharistan, Belh kentinin doğusuna düşen Ceyhun ırmağının güneyindeki Hulm, Kunduz, Iskamış, Talakan-Simigan, Bağlan gibi yerleri içine alan bölge olarak bilinmektedir. Türkçe kaynaklarda bu bölgeye Tukri veya Tukharistan adı da verilmektedir. Ak Hunların en son ve en büyük merkezleri, Bedahşan'ın batısında Himatala idi. Bu bölge dağları ve ırmaklarıyla çok verimli bir yerdi. Himatala, karlı dağın eteğinde yaşayanlar anlamına geliyordu.

Ak Hunlar bir süre, Orta Asya'da başka kavimlerle beraber yaşamışlardır. Bu ortak yaşayış süresi içinde kültürel açıdan karşılıklı bir alışveriş gerçekleşmiştir. Özellikle dil ve bazı gelenekler açısından çeşitli kavimlerin Ak Hunları etkiledikleri görülmüştür. Toharistan'a yerleştikten sonra ortaya çıkan Toharca dili aslında Ak Hun dilinden başka bir şey değildir. Toharca, diğer dillerden farklı bir yapıya sahipti ve yirmi beş harften meydana geliyordu.

Ak Hunlar'dan önce Toharistan bölgesine Kuşanlar egemendi. Ne var ki, bunlar daha sonraları bölünerek küçük beylikler biçiminde yaşamaya başladılar. Büyük Hun İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra Orta Asya'da yaşamaya devam eden Hun kavimlerinin içlerinde Ak Hunlar en büyüğüydü. Daha sonraları koşulların zorlamasıyla güney bölgelerine doğru göç ettiler. Ak Hunlar Altay dağlarından Horasan'a, Toharistan'a ve sonra Hindistan'a inen bir kavim olarak görünmektedir. V. yüzyılın başlarında Ak Hunlar Ceyhun ırmağını geçerek, Sasani topraklarını işgal etme girişimlerinde bulunmuşlardır. Bu tür olaylar bir Türk istilası biçiminde İslam kaynaklarında yer almıştır. Ak Hunların önceleri Sogdiana'ya egemen oluşları Çin kaynaklarındaki karşılaştırmalardan anlaşılmaktadır. Sogdiana ile beraber Semerkand yöresinin de yeni egemen gücü Ak Hunlar olmuşlardır. Ceyhun ırmağını geçen Ak Hunlar V. yüzyılın başlarından sonra Sasani devletinin doğu ve kuzeydoğu bölgelerini istila etmeye başladılar. Ak Hunların güneye doğru inişleri Ön Asya'nın tüm ülkelerini ve buralarda yaşayan kavimleri sarsmıştır. V. Behram Gur'un saltanatı sırasında (420-438) Ak Hunlar Ceyhun ırmağını Tirmiz bölgesinden geçtiler. Bu geçiş sırasında Ak Hunlar üçyüz bin kişi kadar bir topluluktu. Ak Hunların Sasani ülkesine girişleri karşısında Behram Gur'un pasif kalması devleti bir şaşkınlık dönemine soktu. Ak Hun Hükümdarı Hakan Horasan'dan ilerleyerek Rey önlerine kadar geldi. Sasaniler, Ak Hunlara büyük miktarda para vermeyi önerdiler. Ak Hunlar bunu kabul etmediler. Kuşmuhan bölgesinde Hakan ve Ak Hunların gelişigüzel karargâh kurduğunu öğrenen Sasani Hükümdarı Behram Gur, Ak Hunların üzerine ansızın bir baskın düzenledi. Gece yapılan baskından Sasaniler kazançlı çıktılar ve Ak Hunları dağıttılar. Ak Hunların başı Hakan savaş alanında öldürüldü ve eşyası yağma edildi. Baskın sonucu dağılan ve hükümdarları Hakan'ı yitiren Ak Hunlar bu kez Ceyhun ırmağının karşı sahiline geçtiler. Ceyhun ırmağına kadar olan bölge böylece Ak Hunlar'dan temizlenmiş oldu. Sasaniler Kuşmihan zaferini belgelemek için buraya bir anıt yaptırdılar. Sasaniler bu zaferden sonra Belh kentini yeniden ellerine geçirdiler. Kuşmihan yenilgisinden sonra Ak Hunlar uzun süre başsız bir biçimde dolaştılar.

Sasaniler doğu sınırlarında yaşayan Ak Hunlar'dan bir süre sonra rahatsız olunca bu kavimin üzerine yeniden bir ordu gönderdiler. Ne var ki, bu kez Ak Hunlar Sasanileri yendi ve Sasani ordusu geri çekilmek zorunda kaldı. Bu zafer üzerine Ak Hunlar daha önce yitirdikleri toprakları yeniden geri aldılar. Bu zaferi Ak Hunlara kazandıran hükümdarın adı Ahşunvar idi. Bu hükümdarın bir adı da Aksuvar'dı. Aksuvar döneminde Sasani ve Ak Hun ilişkileri yoğun olmuştur. Sasani devletinde bir taht kavgası ve Firuz'un başa geçmesi sorun olunca, Aksuvar işe karıştı ve bazı koşullarla Firuz'un tahta geçmesini destekleyebileceğini bildirdi. Ak Hunlar otuz bin kişilik bir ordu ile Sasani devleti sınırları içine girdiler ve Firuz'u destekleyerek tahta geçmesini sağladılar. Firuz başa geçince Ak Hun ordusuna büyük hediyeler verdi ve Ceyhun üzerindeki Tirmiz ile Vasgirt bölgelerini Ak Hunlar'a terketti.

Beş yıl sonra Firuz ile Aksuvar'ın arası bozuldu. Barış görüşmelerinin birisinde Firuz kendi kızını Aksuvar'a vereceğini söylemişti. Aksuvar bu sözün yerine getirilmesini istedi. Firuz ise bu sözünü tutmadı ve bir cariyeyi kendi kızı gibi Aksuvar'a gönderdi. Cariye yaşamını yitirmemek için bu hileyi Aksuvar'a anlattı. Aksuvar bunu anlayınca Firuz'un yardım için gönderdiği komutanlarını öldürttü. Firuz sahte prenses göndermenin cezasını komutanlarını yitirerek ödemiş oluyordu. Bunun üzerine Sasaniler Ak Hunlara bir ders vermek üzere ordularını topladılar. Firuz sınır kasabası Balam'ı işgal etti ama, Aksuvar ile karşılaşamadan geri döndü. Bundan sonraki on yıllık dönemde Ak Hunlar ile Sasaniler arasında pek önemli bir olay görülmedi. 475 senesinde Firuz Aksuvar'a karşı yeni bir sefer düzenledi. Aksuvar da Firuz'a iyi bir ders vermek üzere, Türklerin savaş taktiklerinden olan Turan taktiğine benzer bir düzen hazırlamak için çalışmalar yaptı. Ak Hunlar, Sasaniler ile düz bir arazide karşılaşmaktansa, orduyu dağlık bir bölgeye çekmeyi kararlaştırdılar. Firuz hiç önlem almadan geçitlerden geçiyordu. Nitekim, Sasani ordusu geçitleri arkasında bırakınca, Ak Hunların artçı güçleri Sasani ordusunu çember içine almış oldu. Aksuvar, Firuz'un ayaklarına kapanıp özür dilemesi koşuluyla çemberi açabileceğini bildirdi. Uzun tartışmalardan sonra Firuz bu koşulu kabul etti. iki ordunun askerleri manzarayı ibretle seyretti. Böylece savaş yapmadan iki ordu ayrıldılar.

Firuz kırılan gururunu kurtarmak için yeniden Ak Hunlara karşı bir sefer hazırlamaya başladı. Çevresi bunun yanlış olacağını ısrarla belirtiyordu ama Firuz intikam hırsıyla doluydu. Sınırdaki düzenlemeler Ak Hunların zararına geliştiği için Aksuvar Sasanilere yeniden savaş açtı. Sasani ordusu savaş alanına gelmeden önce Aksuvar derin hendekler kazdırdı ve üzerlerini örttürdü. Kendi askerlerinin bildiği küçük geçitler bıraktı ve düşmanını aldatmak için ordusunu önce geri çekti. Bunu gören Firuz ordusuna saldırı emri verdi. Örtülü hendeklerin üzerinden geçerken Sasani ordusu büyük kayıplar verdi ve Firuz da hayatını kaybetti. Sicistan Valisi Suhra, Aksuvar'a bir saldırı düzenledi ama, sonradan Sasaniler ve Ak Hunlar barış yaptılar. Vali Suhra'nın yardımıyla Kavad Sasani tahtına geçti, iç karışıklıklar sonucunda Kavad tahttan indirilince, Ak Hunlara sığındı. Birkaç yıl sonra Ak Hun desteği ile yeniden Sasani devletinin başına geçti. Kavad bu durumda Ak Hunlara büyük miktarlarda para ödedi. Ayrıca Ak Hun hükümdarının korunmasını da kabul etti. Sasaniler daha sonraları Bizans'a karşı yaptıkları savaşlarda Ak Hun ordusunun desteğini aldılar.

Ak Hunlar Belh kentini ele geçirdikten sonra Sasanilerle savaşmaya başladılar. Kuşan devletinin çöküşünden sonra ortaya çıkan bazı prenslikleri Ak Hunlar kolaylıkla kendi egemenlikleri altına aldılar. Öncelikle Kuşan-Kidara prensliğini ortadan kaldırdılar. Bu tür prensliklerin ortadan kaldırılmalarından sonra sıra Hindistan'ın işgaline gelmişti. Ak Hunlar 480 yılında Hindistan'a ilk saldırılarını yaptılar ve bir süre sonra Kuzey Hint bölgesini egemenlikleri altına aldılar. O sıralarda Hindistan'da devlet kurmuş olan Guptalar Ak Hunların saldırılarını bir süre için durdurabilmişlerdi. Hindistan'a yapılan akınlar sırasında Ak Hunların başında Toraman adlı bir hükümdar bulunuyordu. Kazılardan çıkan paralar ve kitabeler ile o dönemin tarihi hakkında bazı bilgiler elde edilmiştir. Toraman dönemi ile ilgili olarak üç ana kitabe vardır. Birincisi Eran kitabesidir ve Sağar bölgesinde bulunmuştur. İkincisi Pencap'ın kuzeyinde bulunan Kura kitabesidir. Gwalior kitabesi ise son bulunandır. Bu üç kitabe ile Toraman dönemi aydınlığa kavuşmuştur.

Ak Hunları Kuşanların izleyicisi olarak görenler Toraman'ın temelde bir Kuşan Prensi olduğunu da ileri sürmüşlerdir. İskender ve Kuşan Hükümdarı Kanişka'dan sonra Toraman Hindistan'ın üçüncü fatihidir. Toraman, Guptaların iç karışıklıklarından yararlanarak Kuzey ve Batı Hindistan'ın iç bölgelerine kadar ilerledi ve Pencap bölgesi tümüyle Ak Hun denetimine girdi. Asya'nın sert kara ikliminden sonra Hindistan'ın sıcak iklimi Ak Hunları sarstıysa da zamanla buraya alıştılar. Valahbi racalarından Batarka, Toraman'ın iç bölgelere doğru ilerlemesini durdurmayı başardı. İki taraf arasında çıkan savaşta Toraman başarısızlığa uğradı. Toraman'ın ölümünden sonra Ak Hunlar duraklama dönemine girdiler.

515 yılında Toraman'dan boşalan Ak Hun tahtına oğlu Mihirakula geçti. Hintliler Mihirakula'yı budizmin düşmanı, kan dökücü hakan olarak tanımlamışlardır. Bazı tarihçiler bu hükümdara Hindistan'ın Attila'sı da derler. Gerçekten de yeni Ak Hun İmparatoru sürekli olarak seferler ve akınlar düzenlemiş, ülkesinin sınırlarını genişletmiştir. Mihirakula'nın oturduğu merkez Sakkala idi. Burası İndu akarsu bölgesinde, şimdiki Sialkot kasabasıdır. Mihirakula döneminin en güçlü hükümdarıydı ve budistlere karşı amansız düşmanlık gösteriyordu. Savaşlardan sonra Sakkala'ya döndüğünde kardeşini tahtta görünce kenti yeniden kuşatarak başa geçti. Daha sonraları Gandara bölgesini aldı ve tüm budist tapınaklarını yerle bir etti. Ordusundaki süvari birliklerine filleri de ekleyerek değişik bir ordu düzeni oluşturdu. İmparatorluğun yönetimi gereği Keşmir bölgesindeki Sakkala merkez olmuştu. 530 yılına kadar Ak Hun akınları tüm Hindistan bölgesinde sürdü. Ne var ki, Citraküta kentini ele geçirdikten sonra Ak Hun saldırıları bir durgunluk dönemine girdi. Bu tarihten sonra Ak Hunlar pek bir başarı gösteremediler ve gerileme dönemine girdiler. Ak Hunlar için genel çöküntü havasının estiği 550 yılında Mihirakula öldü. Yerine kimin hükümdar olduğuna dair kesin bilgiler yoktur. Sonraki kaynaklar Ak Hun İmparatorluğu sınırları içinde kendi başına buyruk prenslik ve beyliklerden söz ederler.

VI. yüzyılın başlarında Ak Hunlar ile Sasaniler arasındaki sınır Hazar Denizi'nin güneydoğu köşesinde bulunan Gürgan kentinden geçmekteydi. Ceyhun ve Seyhun ırmakları arasındaki bölge de Ak Hunların denetimindeydi. Ak Hunlar İran'dan başlayarak Orta Asya'nın iç bölgelerine kadar uzanan ve Hindistan'ın yarısını sınırları içine alan geniş bir imparatorluk kurmuşlardı. Sonraları Orta Asya ve Türkistan bölgelerinde sahipsiz biçimde yaşayan Hun İmparatorluğu kalıntısı kavimler Ak Hun İmparatorluğu içinde yerlerini almışlar ve Ak Hunların savaşlarına katılmışlardı. Çin ile de komşu olan Ak Hunlar, daha çok güney ve batı ile uğraştıklarından bu ülkeye dönük sefer düzenlememişlerdir.

Asya'nın ipek ticaretini elinde tutan Ak Hunlar, Avarlar ile belirli bir siyasal denge oluşturmuşlardı. Bir süre sonra tarih sahnesine Göktürkler çıkınca bu ekonomik ve siyasal denge bozuldu. Göktürkler kendi imparatorluklarını kurarken yavaş yavaş güneye doğru da iniyorlardı. Orta Asya' da Göktürk egemenliğinin tam olarak kurulabilmesi için Ak Hun devletinin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bu arada Sasani İmparatorluğu'nun başına da Anuşirvan adlı güçlü bir imparator geçmişti ve devletinin yıkılan onurunu Ak Hunlara karşı yeniden kazanmak istiyordu. Sasaniler ile Göktürkler yavaş yavaş Ak Hun devletinin ortadan kaldırılması için anlaştılar ve beraberce hareket etmeye başladılar. Bunun üzerine Ak Hunlar da Çin'e elçi göndererek işbirliği kurmak istediler.

Göktürk İmparatoru İstemi Kağan Sasanilerle akrabalık kurdu ve onlarla ortak hareket ederek Maveraünnehir bölgesini ele geçirdi. Nesef ve Karşi kentlerini de aldıktan sonra Nahşab kenti önünde Ak Hun ordusu ile karşı karşıya geldi. Göktürkler üstün Ak Hun orduları karşısında ancak savaşın sonuna doğru zor bir zafer kazandılar ve Ak Hunların komutanı Varz bu savaşta öldü. İstemi Kağan'ın zaferi üzerine Sasani ordusu da Belh kentine girdi, Toharistan ve Zabulistanı ele geçirdi. İki ordunun saldırıları karşısında Ak Hun İmparatorluğu ani bir çöküşe uğradı ve toprakları Göktürkler ile Sasaniler arasında paylaşıldı. Sasaniler Semerkand bölgesine kadar olan bölgeyi kendi sınırları içine aldılar.

Asya'nın ekonomik yazgısını etkileyen İpek Yolu yıllarca Ak Hunların elinde olmuştu ve Göktürklerin egemenliğine girdikten sonra da Ak Hunlar bu ticareti sürdürmek istediler. Ne var ki, kendilerine rakip olarak çıkan diğer kavimler yüzünden bu üstünlüklerini de yitirdiler, İpek Yolu tümüyle Göktürk İmparatorluğu'nun denetimine girdi.

Ak Hunlar kendi imparatorlukları yıkıldıktan sonra da Toharistan bölgesinde yaşamlarını sürdürdüler. Siyasal açıdan fazla etkili olamadıklarından bundan sonraki dönem ile ilgili olarak Ak Hunlar hakkında fazla bilgi yoktur, ancak Göktürklerin kesin yönetimi altına girince Toharistan'da Göktürklere bağlı olarak oluşturulan bir devletin yönetimini yine Göktürklerin koruması altında kabul ettiler. Uzun zaman içinde Ak Hunlar Göktürk İmparatorluğu'nun vatandaşı oldular ve imparatorluk içinde eriyip gittiler.

Daha sonraları Müslümanlığın yayılmasıyla güney ve batı bölgelerinde yaşayan Ak Hunlar bu dini benimsediler. 662 yılında Toharistan'da Müslüman yönetiminden hoşnut olmayanlar ayaklandılar ve 667 yılında İslam orduları ile Ak Hun ordusu savaştı ve Müslümanlar Ak Hunları Kuhistan bölgesine kadar sürdüler. Kuhistan çok dağlık bir bölge olduğundan Ak Hunlar burada kendilerini koruyabildiler. Arapların egemenliğini bir türlü kabul etmek istemeyen Ak Hunlar sonunda Araplarla anlaşmaya vardılar ve reisleri Nizek Tarhan, Ak Hun saldırılarını durdurdu. Nizek Tarhan Müslümanların anlaşmadan vazgeçeceklerini anladığı zaman hemen askerlerini topladı ve kendi bölgesinin önemli yerlerinde önlemler aldırdı. Müslüman orduları birkaç yönden bu bölgeye gelerek Ak Hunların merkezlerini ve kalelerini çevirdiler. Nizek Tarhan ve adamlarını öldürdüler. Müslüman istilasından sonra Ak Hunlar tarih sahnesinden çekildiler. Zamanla etnik karakterlerini de yitirdiler. Son araştırmalara göre, Afganistan'ın Feyzabad bölgesinde yaşamakta olan Yeftali halkının Ak Hunların torunları olduğu ileri sürülmüştür.

Ak Hunlar Büyük Hun İmparatorluğu'nun güney kanadı olarak yeniden büyük bir imparatorluk kurmuşlar ve bunu uzun bir süre yaşatmışlardır. Göktürk ve Sasani saldırılarından sonra imparatorlukları yıkılınca bu bölgede çeşitli devletler ve beylikler ortaya çıkmıştır. Kengineler, Karlıklar, Gurlular, Gucarlar, Midler bunlara örnek olarak gösterilebilir. Gurlular ve Karluklar gibi Ak Hunların devam eden boyları daha sonraları yaşadıkları bölgelerde yeni devletler kurmuşlardır. Özellikle Gurluların devleti Hindistan'da etkin olmuştur. Hindistan tarihinde Gurlular ile beraber Gucarların da önemli yerleri vardır.

Ak Hunlar da kendilerinden önce bu bölgede devlet kurmuş olan Kuşanlar gibi budisttiler. Her ne kadar imparatorları budizme karşı savaş açmış ve budistlerin tapınaklarını yakıp yıkmışsa da Ak Hunlar'da toplum olarak budizm dini yaygınlık göstermiştir. 400 yıllarına kadar Orta Asya steplerinde yaşayan Ak Hunlar 425 yılında Afganistan'a girmişler ve bu tarihten sonra da tarih sahnesinde yükselmeye başlamışlardır. Güney bölgelerine yaptıkları akınlarda budistlerle karşılaşmışlar, onların etkisi altında kalarak bu dine inanmışlardır. İmparatorluğun yıkılmasından sonra beliren Müslüman akımları Ak Hunları daha sonra da İslamiyet'e yöneltmiştir.

Batı kaynaklarında Ak Hunlara "Eftalitler" veya "Eftalit İmparatorluğu" adı ile rastlanmaktadır. Çinliler bu ulusa "Yeta", Araplar "Hayta", Hintliler "Huna", Yunanlılar ise "Heftalit" demişlerdir. Hint kaynaklarında ayrıca Ak Hunlar için "Turuşka" yani "Türk" sözcüğü de geçmektedir. Bu durum da Ak Hunların Türk devleti olduğunu doğrulayan bir başka kanıttır.

Ak Hun İmparatorluğu'na Batı'da "Eftalits" denmesinin nedeni Bizans ve Yunan kaynakları dolayısıyladır. Bu sözcüğün kökeni Sasani İmparatoru Firuz'u yenen Aksuvar'ın diğer isminin Epthalanos olmasıdır. Eftalitler adına Batı kaynaklarında yapılmış değişik bilimsel çalışmalar bu devletin ve ulusun tarihini açıklığa kavuşturmuştur. İpek Yolu, Ön Asya, Hindistan, Sasaniler ve Göktürkler ile ilgili bilimsel çalışmalarda Ak Hunlar hakkında bilgiler edinilmiştir.

Ak Hunlar, devlet kurdukları bölgeye, çıkış noktası olan Orta Asya'nın geleneksel kültürünü taşımışlardır. Göçebe bir kavim olan Ak Hunlar devlet kurduktan sonra da göçebeliklerini sürdürmüşlerdir. Ak Hunların Orta Asyalı ve göçebe olmalarının yanı sıra bir üçüncü özellikleri de karakteristik bir Hun kavmi olmalarıydı. Böylece eski Hun kültürünü de sürdürmüşlerdir. Bu özelliklerin oluşturduğu Ak Hun kültürüne önceleri budizmin ve son dönemlerde de Müslümanlığın katkıları olmuştur. Tüm bu öğeler birleştiği zaman Ak Hun kültürünün genel çerçevesi ortaya çıkmaktadır. Ak Hunlar da at sırtında yaşayan bir kavimdi. Hem günlük yaşamda, hem de kültür ve sanatlarında hayvan konusuna önem veriyorlardı. Eserlerinde ve süslemelerinde hayvan motifleri göze çarpmaktadır. Göçebe yaşam çadır olgusunu da sürdürmüş, sosyal yaşam ve ilişkiler ile beraber kültür ve sanat olguları da buna göre biçimlenmiştir. Ak Hunların devlet kurdukları bölgelerde daha sonraları birçok devletin kurulması ve Ak Hunların göçebeliklerini sürdürmeleri yüzünden arkalarında kalıcı anıtlar bırakmamışlardır. Ak Hun kültürü ile ilgili en önemli bulgular yaşadıkları bölgelerde yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkarılan kitabeler ve bulunan paralardır. Bunların üzerindeki yazı ve şekillerin okunması ve yorumlanmasıyla Ak Hun tarihi ve kültürü gün ışığına çıkmıştır.

Ak Hun tarihi, Türk tarihi açısından ilginç olduğu kadar, İran, Hindistan ve Orta Asya tarihi açısından da ilginç verilerle doludur. Birkaç ülkenin üzerinde ve geçiş yollarında zor koşullarda imparatorluk kurabilen Ak Hunlar arkalarında incelenmeye değer bir tarih bırakmışlardır.


Ak Hun İmparatorluğu Hükümdarları

1) Aksuvar (420 - 470)
2) Toraman (496 - 502)
3) Mihirakula (502 - 530)
4) 530 - 562 yılları arasında kimin kağanlık yaptığı tespit edilememiştir.

AVRUPA HUN  DEVLETİ

Kavimler göçünü başlatan Batı Hunları tarafından kurulmuştur. İlk hükümdarları BALAMİR, en önemli hükümdarları ATTİLA'dır.
NOT: Anadolu'ya ilk Türk akınları Avrupa Hunları tarafından yapılmıştır.

ULDIZ'IN ROMA SİYASETİ:

Balamirden sonra Batı Hunlarının başına geçen Uldız, Roma İmparatorluğuna karşı akılcı bir siyaset izlemiştir. Hunların düşmanları Germen Kavimleri ile savaştığından, Batı Roma İmparatorluğu ile iyi geçinmiş, Doğu Roma'yı (Bizans) ise baskı altına almaya çalışmıştır.

HUN KEŞİF BİRLİKLERİNİN ANADOLU'YA GİRİŞLERİ

Roma İmparatoru Theodosius'un ölüm yılı olan 395'te Hun'lar yeniden harekete geçtiler. Bu hareket iki yönde gelişti. Hun'lar dan bir kısım Balkanlar'dan Trakya'ya doğru ilerlerken, daha büyük sayıdaki diğer kısım Kafkas'lar üzerinden Anadolu'ya doğru indiler. Hun Devleti'nin Don nehri havalisindeki doğu kanadı'' tarafından tertiplenen Anadolu akını BASIK ve KURASIK adlı iki Hun kumandanı tarafından yönetiliyordu. Romalı'lar kadar Sasani'lerde bu akından rahatsız oldular. Hun birlikleri Erzurum bölgesinden itibaren Karasu, Fırat vadileri boyunca ilerleyerek Malatya ve Çukurova'ya ulaştılar. Daha sonra Suriye'ye inerek Sur'u baskı altına alıp Kudüs'e yöneldiler. En nihayet kuey istikametine dönerek Kayseri, Ankara ve havalisine kadar ulaştılar. Oradan Azerbaycan, Bakü yolu ile kuzeye merkezlerine döndüler. Bu Türklerin Anadolu'da tarihe geçmiş ilk görünüşleri oldu.

BATI ROMA HUN İLİŞKİLERİ

Batıdaki Hun baskısı, 400 yılına doğru iyice hissedildi. Hun komutanı ULDIZ'ın Tuna'da görülmesi üzerine kavimler göçünün ikinci büyük dalgası başladı. Hun'lar dan kaçan kütleler Batı Roma topraklarına saldırıyor, hatta Alarik komutasında Galya'ya uzanan Got tehlikesi Romalı'lar tarafından güçlükle önlendi.

Fakat daha önemlisi RADAGAİS tarafından birleştirilen Vandal, Sueb, Kuad Burgond, Sakson, Alman birlikleri hızla Roma üzerine saldırdılar. Çiğnedikleri İtalya topraklarında müthiş tahribat yapıyorlardı.

Daha önce Vandal akınını durduran Roma komutanı Stiliko bu akını durduramadı. Yardım isteyen Roma'ya takviye Hun birliklerinin gelmesiyle Floransa'nın güneyinde cereyan eden savaşta istilacılar yenilmekten kurtulamadılar. İstilacı komutanı Radagais yakalanarak idam edildi.(406)

Batı yolu üzerindeki bütün engeller de bu sayede kalkmış oluyordu. 410 yıllarında ölen Uldız'dan sonra Hun İmparatorluğunun başına KARATON geçti.Bu hükümdar on yıl kadar doğu işleriyle meşgul oldu. Karaton'dan sonra Hunlar'ın başına RUA geçti. Üç kardeşi vardı. Bunlardan MUNCUK (Attilla'nın babası) erken ölmüştü. Diğer iki kardeşi AYBARS ve OKTAR, kanat kralları olarak, Rua'nın yardımcısıydılar.

RUA VE BİZANS

Rua siyaset olarak Uldız'ın yolundan yürüdü. Bizans, Hun ordusunu isyana teşvik etmek ve Hunlar'a bağlı kavimleri ayırmak için Hun topraklarında casusluk şebekesi kurmuştu. Rua bu tahrikleri ileri sürerek Bizans üzerine yürüyüp varlık gösteremeyen Bizans'ı yıllık vergiye bağladı (422).

Batı Roma İmp. ölen kralın yerine 4 yaşındaki 3.Valantinianus imparator ilan edilmişti(423).Bizans imparatoru 2.Theodosios, Roma'ya sahip olmak için İtalya'ya ordu ve donanma gönderdi. Bu durumda Batı Roma Hun'lara daha da yaklaşmış oldu. Ünlü Roma komutanı Aetius Hun hükümdarı Rua'dan yardım talep etti. Hun hükümdarı Rua 60.000 kişilik ordusunun başında Roma'ya hareket etti. Bu gelişmenin olması üzerine Bizans birlikleri savaşa dahi girmeden geri çekildiler. Ancak Rua Bizans'tan ağırca bir savaş tazminatı aldı.

Rua bunlara ilave olarak ayrıca Bizans'a sığınmış olan Hun ileri gelenlerinin ve diğer Hun kaçaklarının iadesini istedi. 2.Theodosios, süratle anlaşma yolu bulmak için, bir elçilik heyetini Hun başkentine göndermeğe karar verdi. Fakat o sıralarda hasta olan Rua yaşamını yitirdi. (434 baharı)

Rua'nın ölümü Bizans tarafından sevinçle karşılandı. Hatta o kadar sevindiler ki ayin yapan papazlar bu tehlikenin kalkmasını dindar olan imparatorlarına bağladılar.

Fakat Hun sınırlarına gelen Bizans elçilik heyeti, Rua'yı bile gölgede bırakacak bir hükümdarla karşılaştılar:Attila.

 

ATTİLA DÖNEMİ

Attila başlangıçta ULDIZ'ın siyasetini takip etmiş ve Bizans'ı baskı altına almak üzere Balkan seferleri düzenlemiştir. Bizans'ı MARGUS ve ANATOLYUS antlaşmaları ile ağır ve vergilere bağlamıştır. Bizans'ı dize getiren Atilla daha sonra Batı Roma üzerine yönelmiştir.

ATTİLA

Babası Muncuk erken öldüğü için, amcası Rua'nın yanında yetişmişti. Onunla beraber seferlere katılmış, çeşitli kavimleri yakından tanımak imkanı bulmuştu. Hun iç ve dış siyasetini , devlet idaresini amcası Rua'dan öğrenmişti. Hunlar'ın başına geçtiği zaman 39-40 yaşlarındaydı.

Memleketi büyük kardeşi BLEDA ile birlikte devraldı. Fakat eğlenceden hoşlanan, enerjisi kıt Bleda devleti ciddi bir hükümdar olan Attila'ya bırakmak için onu buna zorlamış ve kendisini ikinci plana itmişti. Dış münasebetlerin düzenlenmesi ve ordu Attila'ya aitti.Amcaları Aybars ve Oktar ise kanat kralları olarak yerlerini korudular. Aralarında tam bir anlaşma vardı. Attila'nın yardımcısı olarak 11 yıl Hun İmparatorluğunun idaresinde kalan Bleda 445 yılında eceli ile öldü.

KONSTANTİA (MARGOS) BARIŞI

434 yılında Bizans'tan gönderilen elçilik heyeti Hun sınırında Attila tarafından at üzerinde karşılandı. Elçilerin dinlenmelerine bile izin vermeden, isteklerini barış şartı olarak yazdırdı. Tuna ile Morova arasında kalan Bizans Margos kalesinin tam karşısında ve Tuna'nın kuzey kıyısında bulunan Konstantia surları önünde yapıldığı için bu anlaşmaya Konstantia (Margos) Barışı''denir.

Başlıca maddeleri şöyledir:
1-Bizans bundan sonra Hunlar'a bağlı kavimlerle görüşmelere,anlaşmalara girmeyecek.
2-Esir alınmış Bizans teb'ası dahil Hunlar'dan kaçanlara sığınma hakkı verilmeyecek.
3-Bizans'ın elinde bulunan mülteciler iade edilecek. (Grek asıllı olanlar için fidye verilebilecek)
4-Ticari münasebetler yine belirli sınır kasabalarında devam edecek.
5-Bizans'ın ödediği yıllık vergi iki katına (700 libre altın)çıkarılacaktır.

2.Theodosios bu şartları aynen kabul etti. Hunlara iade edilen kaçaklar ve hainler daha Bizans içinde Karsus kalesinde idam edildi. Bu durum Attila'nın namını bütün ülkelere duyurmuş oldu.

HUN DEVLETİ BÜNYESİNDEKİ KAVİMLER

Hun imp. batı kanadının ağırlık merkezi Tuna çevresinde ,doğu kanadının ağırlık merkezi ise Dinyeper dolaylarındaydı. İmp. bünyesindeki kavimlerin başlıcaları şunlardan oluşuyordu:

a) Germen kavimleri (doğudan batıya) : Doğu Got'ları ,Gepid'ler, Turciling'ler, Sueb'ler, Markoman'lar, Kuad'lar, Herul'ler, Rugi'ler, Skir'ler
b) İslav kavimleri: (Orta ve Batı Rusya'da ): Veneda'lar, Ant'lar, Sklaven'ler.
c) İran'lı kavimler (Kafkaslardan Tuna'ya kadar, dağınık halde: Alan'lar, Sarmat'lar, Baştarna'lar, Neur'lar)
d) Fin Ugor kavimleri ( Ural'dan Baltık'a kadar):Çeramis'ler, Mordvin'ler Merya'lar, Veşi'ler, Çud'lar, Est'ler, Vidivari'ler.
e) Türkler: Volga'ya doğru Beş-Ogur, Altı-Ogur,On-Ogur, Sarı Ogurlar, Azak'ın batısında Akatir'ler, Volgan'nın doğusunda Sabar'lar ve başka Türk kütleleri.

Bu kavimlerin sayıları 45 kadardı. Hun sınırları içinde her şey sükun halindeydi. Sadece tek bir isyan çıkmış Akatir'lerin başkaldırısı görülmüş, oda çok kısa bir zaman zarfında Attila'nın oğlu İlek tarafından bastırılmıştı(442).

BİZANS'A KARŞI 1.BALKAN SEFERİ

440 yılından itibaren Attila, Bizans üzerindeki baskıyı artırdı. Çünkü Bizans anlaşma şartlarını ihlal etmeye başlamıştı. Mesela Hunlar'dan kaçan bazı hainleri geri vermiyor ve hatta onları yüksek mevkilerde bile görevlendirebiliyordu. Hatta daha ileri giderek Margus piskoposu Hun büyüklerinin mezarlarını soyarak, mezarlara konmuş kıymetli madenlerden yapılmış süs eşyası ve silahları çalıyordu.Bu davranışlar Hun'ları şiddetli öfkelendirmişti. Diğer bir sebep ise anlaşma hükümlerine rağmen Akatir'leri Hun'lara karşı kışkırtma olmuştu. Bütün bu sebepler bir araya gelince Attila Bizans'a karşı sefere çıktı.

Margos'un zaptı ile başlayan harekat (441) Belgrad ve Niş üzerinden Trakya'ya doğru gelişirken Batı Roma araya girdi. Roma orduları başkomutanı Aetius, bundan böyle Bizans'ın antlaşmalara uyacağını garanti ediyor, kendi oğlunu da Hun merkezine rehine olarak gönderiyordu.

Balkan seferi sonunda (442) Tuna boyundaki kaleler Hun idaresine geçti. daha geri hatlardaki kaleler yıktırıldı. Balkanlarda Hun'lara karşı durabilecek direnme yuvaları böylece ortadan kalktı.

2.BALKAN SEFERİ VE ANATOLİOS BARIŞI

Attila Batı Asya ve Orta Avrupa'ya sahip olunca ona karşı koyabilecek hiçbir kuvvet kalmamıştı. Bunun psikolojik bir belirtisi de mitolojide ki Savaş Tanrısı Ares'in uzun zamandır kayıp olan kılıcının bir Hun çobanı tarafından bulunarak Attila'ya getirilmesiydi. O devir inanışına göre, Ares'in kılıcına sahip olan kişinin yeryüzüne hükmedeceği kanısıydı.

Bizans bir kez daha sözünde durmamış ve hem vergiyi vermemekte direniyor hem de kaçakları geri vermekten kaçınıyordu. Nihayet Bizans'a karşı ikinci defa sefere çıkılmasına karar verildi. (447) Hun ordusu Tuna'yı birkaç koldan geçerek ilerlemeye başladı. Attila Sofya, Flipe, Preslav, Lüleburgaz şehirlerini zapt edip Büyük Çekmece'ye kadar ulaştı. Bu sırada İmp. Theodosios, bir elçiyi süratle Attila'ya gönderi. Hun imp. barış yapmayı kabul etti ve şartları yazdırdı. (Anatolios Barışı 447)

1-Bizans Tuna'nın güneyinde kalan ve Tuna'ya beş günlük mesafede asker bulundurmayacak.
2-Buralardaki pazar yerine,artık bir Hun şehri olan Niş'te pazar kurulacak.
3-Bizans savaş tazminatı olarak 6.000 libre altın ödeyecek.
4-Bizans'ın ödediği yıllık vergi üç katına, yani 2.100 libre altına çıkacak.
Antlaşma Bizans imp. tarafından aynen kabul edildi.

BATI ROMA İLE SİYASİ İLİŞKİLER

Hunlar'ın Batı Roma'ya yaptıkları son önemli destek 439 yılında olmuştu. Ondan sonra yardımlar gittikçe azalmış, nihayet kesilmişti. Batı Roma Hun Devletine yıllık vergisini aksatmadan ödüyordu, ancak durumun farkında olan Batı Roma ordusu başkomutanı Aetius muhtemel bir Hun, Roma savaşına da hazırlık teşkil edecek faliyetler içine girmişti.

Buna karşılık Attila'da 443 yıllarında yeniden alevlenen ve Galya'dan İspanya'ya uzanan köylü isyanları ile yakından ilgileniyordu. Ayrıca Barbarlarla ilişkilerini düzeltip birlikleri içine alan Batı Roma'ya karşı Vandal'larla işbirliği imkanlarını araştırıyordu. Roma İmp. ve ''barbarlar''dan meydana gelen bütün bir Batı Avrupa ile hesaplaşmanın önemini çok iyi kavramaktaydı.

Hunların askeri ve siyasi hazırlığı iki yıl kadar sürdü. Bundan sonra diplomatik bir taarruza girişildi. Batı Roma imp. 3.Valentinianus'un kız kardeşi Honoria çılgın tabiatlı bir prensesti. Vaktiyle evlenmek amacı ile Attila'ya bir nişan yüzüğü göndermişti. Attila aradan yıllar geçtikten sonra Honoria'yı zevceliğe kabul ettiğini Roma'ya bildirdi. Çeyiz olarakta İmparatorluğun Honori'nın hissesine düşen yarısını veya Honoria'nın kocası sıfatıyla Roma İmparatorluğunun idaresine katılma hakkını istedi. Maksadı Roma üzerine açacağı sefer için hukuki bir mazeret yaratmaktı. Roma bu direktif karşısında önce oyalama taktiği güttü daha sonra ise tamamen reddetti. Böylece Hun seferi meşru hale gelmiş oldu.

Vizigotlarla ve Ren kıyılarındaki Ripuar Frankları ile olan bir iki anlaşmazlık da savaş havasını olgunlaştırdı.
451 yılı başlarında Hun birlikleri akın, akın Orta Macaristan'dan batıya doğru harekete geçtiler. Ordu mevcudu 80-100.000 kadarı Türk bir o kadarı da Germen ve İslav olmak üzere 200.000 kişi civarındaydı. Bu büyük ordu Şubat-Mart aylarında Ren nehrini üç koldan geçerek Galya'ya girdi.

Roma ordusuda Aetius'un kumandasında Galya'ya gelmişti. Roma ordusuda 200.000 kişilik bir orduya ''barbarlar''ın da katılmasıyla ulaştı.

KAMPUS MAURİAKUS SAVAŞI (HAZİRAN 451)

Roma ordusu kuzeye doğru ilerlerken, Metz ve Rheims şehirlerini zapt eden Hun kuvvetleri bugünkü Paris yakınlarında bulunan Orleans'a ulaşmıştı.Aetius'ta o sırada oraya varmış bulunuyordu.Fakat karşılaşma için Attila Katalanum bölgesini daha uygun buluyordu. Savaş burada oldu. (Paris'in güney doğusu)

Savaş nerdeyse bir gün sürdü.Her iki tarafta ağır kayıplar verdi. Gündüz yapılan savaştan kesin sonuç çıkmadı, ancak gece olduğu zaman Roma ordusu dağılmıştı. Birlikleri arasındaki irtibatı kaybeden Aetius yanlışlıkla düştüğü Hun birlikleri arasından güçlükle kurtuldu. Roma'nın müttefiki olan Batı Gotlarının kralı Theodorik savaş meydanında ölmüştü.Ertesi sabah, babasının cesedini almaya gelen yeni Got kralı, ordusunu toplayarak savaş meydanını terk etti. Ağır kayıplara uğrayan Frank kuvvetleri de onları takip etti. Aetius müttefiksiz ve desteksiz kalmıştı. Buna karşılık Attila gayesine ulaşmış oldu. Bunun sonucu olarak ünlü Aetius Roma'da gözden düşmüş oldu.

Attila, ordularını Galya ortasından oldukça sağlam ve disiplin içerisinde 20 gün gibi kısa bir süre içinde kendi başkent bölgesine getirdi.

Daha bir yıl geçmeden Attila İtalya seferine başladığı zaman, Roma'nın Hunlara karşı çıkarabileceği kuvveti kalmamıştı. Karşı koymanın imkansızlığı karşısında Aetius bile, imparator Valentinianus'u İtalya'yı terke teşvik ediyordu.

İTALYA SEFERİ

Attila 452 baharında 100.000 kişilik ordusunu Julia Alplerinden aşırarak Venedik düzlüğüne indi. Po ovasına girdi ve güneye doğru ilerleyerek Roma'nın o zamanki başkenti Ravenna'yı tehdite başladı.

Saray büyük bir dehşet içindeydi. Halk telaşlı, senato ne olursa olsun barış yapmağa kararlıydı. Kilisede bu görüşe katıldı. Hitabı ile ünlü PAPA 1. LEO başkanlığında büyük bir heyet hazırlandı. Attila bu heyeti ordugahında kabul etti.

Papa İmparator ve bütün Hrıstiyan dünyası adına Büyük Türk hükümdarından Roma'yı affetmesini rica etti. Papanın ağzından Roma'nın teslim olduğunu işiten Attila, bu ricayı kabul etti.

Beş yıl kadar önce nasıl ki Bizans'ı tahrip etmekten kaçındı ise Çok eski bir medeniyete sahip olan Roma'yı da bundan dolayı korumayı vazife saydı.

Tıpkı Bizans gibi artık Roma'da onun iradesine bağlı oldu.

ATTİLA'NIN ÖLÜMÜ VE HUN BİRLİĞİNİN DAĞILIŞI

Dünya hakimiyetinin gerçekleşmesi için artık son engel İran'daki Sasaniler kalmıştı. İtalya dönüşü artık sıra buraya gelmişti. Fakat bu Attila'ya nasip olmadı. Sefer dönüşü (rivayete göre evlendiği gece) ağzından ve burnundan kan boşalmak suretiyle öldü (453). Öldüğünde 60 yaşlarındaydı.

ATTİLA'NIN ÇOCUKLARI

Attila'nın eşi ARIKAN'dan olan üç oğlu vardı. İlek, Dengizik ve İrnek. Üçüde babalarının yerini tutamadılar. İlek imp. oldu fakat ayaklanan Germen kavimleri ile savaşırken öldü (454) Dengizik çok cesurdu ama o da siyaseti bilmiyordu. Çok çalıştı ama neticede Bir Bizanslı tarafından öldürüldü (469). İrnek ise kardeşleri ölünce artık Orta Avrupa'da tutunmanın zorluğunu anladı. Savaşlardan yorgun düşen Hun birliklerinin büyük kısmı ile Karadenizin batı kıyılarına döndü. Burada Türkler yaşamakta idi. İrnek idaresindeki Hun'lar Bulgar ve Macar'ların ortaya çıkmasında büyük rol oynamıştır.

'''

Büyük Hun İmparatorluğu M.Ö. 58 yılında Çiçi Yabgu ve Ho-Han-ye kardeşler arasında Doğu ve Batı olmak üzere ikiye bölündü. Batı Hunlarını; Çiçi Yabgu, Doğu Hunlarını Ho-Han-Ye Kağan (Şenyu) yönetti. Ho-Han-Ye'nin ölümünden sonra Doğu Hunları Panu ve yeğeni Pi'nin taht kavgasına sahne oldu. M.S. 48 yılında Doğu Hunları; Kuzey ve Güney olarak ikiye ayrılmıştır. Kuzey Hunlarını Pi, Güney Hunlarını Panu yönetmiştir. Güney Hunları yani Panu'nun yönettiği bu ülke Türk Tarih literatürüne Batı Hun İmparatorluğu olarak geçmiştir. Çin egemenliği gölgesinde yönetilen bu imparatorluk Talas'ın doğusunda Çin'e kadar olan topraklara egemendi.

Çiçi Yabgu'nun yönettiği Batı Hunları ise Aral gölü, Batı Türkistan ve Karadeniz'in kuzeyine kadar olan bölüme egemen olmuştur. Göktürk İmparatorluğu'nun kurulmasıyla Avrupa'ya göç ederek Avrupa Hun İmparatorluğu'nun temelini oluşturmuşlardır.

Panu yönetimindeki Batı Hun İmparatorluğu yıkılmasıyla halefleri gittikçe Çinlileşen küçük Türk devletleri kurmuşlardır. Türk Tarih literatüründe bunlar "Hun ardılları" olarak adlandırılır. Bunlar;

Birinci Chao Hun Devleti (304-329)
İkinci Chao Hun Devleti (328-352)
Hsia Hun Devleti (407-431)
Kuzey Liang Hun Devleti (401-439)
Lov-lan Hun Devleti (442-460)


Türk Tarih literatüründe üç tane Batı Hun İmparatorluğu ismine rastlanmaktadır.

1) 16 Büyük Türk devleti içerisinde sayılan Batı Hun İmparatorluğu; Panu yönetimindeki Güney Hunları'dır.
2) Asıl Batı Hunları; Avrupa Hunlarının atalarını teşkil eden Çiçi Yabgu'nun yönettiği Batı Türkistan'ı kapsayan devlettir.
3) Avrupa Hun İmparatorluğu da Batı Hunları olarak bazı kaynaklarda anlatılmaktadır ama Avrupa Hunları demek doğru olanıdır.

Batı Hun İmparatorluğu Hükümdarları

1) Panu Yabgu (48 - 83)
2) Sanmuldutzu Yabgu (83 - 84)
3) Yuliu Yabgu (84 - 89)
4) Yuçukien Yabgu (89 - 93)
5) Ankuo Yabgu (93 - 94)
6) Tingtoşi - Suyheuti Yabgu (94 - 98)
7) Vanşiçi - Suyti Yabgu (98 - 124)
8) Vuçihu - Şihço Yabgu (124 - 127)
9) Tejoşi - Suytsieu Yabgu (127 - 140)
10) Çenieu Yabgu (140 - 143)
11) Hulanjoşi Suytsieu Yabgu (143 - 147)
12) İlingşi - Suytsieu Yabgu (147 - 172)
13) Totejoşi - Suytsieu Yabgu (172 - 177)
14) Huçing Yabgu (177 - 179)
15) Kiangkiu Yabgu (179 - 188)
16) Teçişi - Suyheu Yabgu (188 - 195)
17) Huçutsiuen Yabgu (195 - 216)

Büyük Hun İmparatorluğu

Türkler’in ilk kurdukları imparatorluk Hun İmparatorluğu’dur. Türkler’in daha eskiden de devletler kurduklarını biliyoruz, ama Hun Devleti çok geniş bir saha üzerinde başka milletleri de idaresi altına alan büyük bir devlet olduğu için, ona imparatorluk adını veriyoruz.

Hun İmparatorluğu Hun Türkleri tarafından M.Ö. 220 yılında kuruldu. Hunlar bugünkü Moğolistan bölgesinde, yâni Çin’in kuzey-batısında yaşıyorlardı. Bu bölgede hâkimiyet kurdukları ve genişlemeye başladıkları için Çinliler onları büyük bir tehlike sayıyorlardı. Gerçekten Hunlar, askerlikteki üstünlükleri sayesinde Çin ordularını devamlı bozguna uğratıyorlardı. Bu yüzden Çin Devleti, Hun saldırılarını önleyebilmek için Hun-Çin sınırı boyunca büyük bir duvar örmeye başladı. Çin Şeddi veya Büyük Çin Duvarı denen savunma hattı işte böyle ortaya çıkmıştır (M.Ö. 214). Sonraları Ming Hanedanı zamanında yenilenen bu büyük duvarın bâzı kısımları çok sağlam bir şekilde günümüze kadar ayakta kalmıştır.

İlk büyük Hun hükümdarı Teoman Yabgu’dur (M.Ö- 220). O zamanlarda Türk hükümdarlarına “Yabgu” deniyordu. Teoman Yabgu birbirinden ayrı yaşayan Türk boylarını birleştirerek ilk Türk birliğini gerçekleştirmişti. Bu çağda Türkler’in askerî üstünlüklerinde süvarilerin pek önemli bir yeri vardı. Çinliler atla çekilen savaş arabaları kullanıyorlardı, ama süvârî orduları yoktu. Türk atlıları çok sür’atli hareket kaabiliyetine sahip oldukları için Çin birliklerini istedikleri yerde çeviriyorlar, düşman olunca da çabucak çekiliyorlardı. Onlara ummadıkları anda birdenbire hücum ediyorlardı. Çinliler bu yüzden ordularını Hunlar gibi donatmak zorunda kaldılar; askerlerini Hunlar gibi giydirdiler. Ama ne Çin Duvarı, ne Çin orduları, Hunlar’ın Çin içlerine kadar girmelerini engelleyebildi.

Teoman Yabgu’dan sonra Hun tahtına oğlu Mete Yabgu geçti. Mete zamanında Hun İmparatorluğu’nun toprakları Japon Denizi’nden Hazar Denizi’ne kadar uzanıyordu. Bu topraklarda çeşitli Türk kavimlerinin yanısıra öbür Altaylı kavimler de yaşıyorlardı. Mete devri, Hun İmparatorluğu’nun en parlak devridir (M.Ö. 209-174).

Hunlar zamanında Çinliler medeniyet bakımından çok ileri bir durumdaydılar. Hem nüfusları ve orduları çok kalabalık, hem medeniyetleri parlak olduğu hâlde Hunlar’la başa çıkamadılar. Bu da gösteriyor ki, Hun başarısının sebebi yalnızca askerî güç değildi. Gerçekten Hunlar teşkilâtçılık ve idare bakımından çok gelişmişlerdi. O sırada Çin’in ayrı ayrı prenslikler hâlinde bulunmasından da faydalanarak, Kuzey Çin’de sık sık iktidarı ele alıyorlardı. Fakat Çinliler’in şehir hayâtına kapılan sınır boyu Türkleri yavaş yavaş Çinlileşiyor. Çinli prenseslerle evlenen Hun hükümdarlarının saraylarında Çin âdet ve gelenekleri yerleşiyordu.

Mete’den sonra gelen Yabgular zamanında Çinliler’le ilişkiler arttı. Özellikle evlenme yoluyla Türk ve Çin hükümdar âileleri arasında yakınlıklar doğdu. Bu yakınlıklar ise Hunlar’ın iç işleri bakımından birçok karışıklıklara yol açtı. Yine de Hun İmparatorluğu Milâttan Önce Birinci Yüzyıl’a kadar üstünlüğünü devam ettirdi. Bu yüzyılda ise Türk beyleri arasında taht kavgaları artabildiğine arttı. Çinliler de bu kavgalardan faydalanarak, Türkler’i zayıflatmayı bildiler. Ancak Çinliler’in Hohan-Şu dedikleri Yabgu’nun 27 yıllık imparatorluğu zamanında ve Çiçi Yabgu devrinde devlet eski gücünü biraz olsun toparlayabildi.

Milâttan sonraki ilk yüzyılda Hun İmparatorluğu Doğu ve Batı Hunları olmak üzere iki ayrı devlete bölündüler. Bunlara Güney ve Kuzey Hunları da denir. Milattan sonra üçüncü yüzyılın başlarında (220) başka bir Türk kavmi olan Siyenpi’ler Hunlar’la iktidar mücadelesine giriştiler. Sonunda Moğollar’ın ve bazı Türk boylarının da yardımıyla Hunlar’ın hâkimiyetine son verdiler. Büyük Hun İmparatorluğu târihte bilinen eski imparatorlukların en büyüğü idi. Hun hükümdarlarından Mete, Hohanşu ve Cici Yabgular, dahî denecek kadar büyük birer kumandan ve devlet adamı idiler. Bu büyük şahsiyetler hakkında Çin târihlerinde verilen bilgiler, en büyük düşmanlarının bile onlara hayran kaldıklarını gösterir.

Mete Kağan ve Oğuz Destanı

Mete, Teoman Yabgu’nun oğlu ve veliahdi (kendisinden sonra hükümdar olacak kimse) idi. Ama Teoman Yabgu’nun başka bir eğinden de bir oğlu olmuştu ve bu kadın Teoman’dan sonra Mete yerine kendi oğlunun hükümdar olmasını istiyordu. Sonunda Teoman’ı kandırdı. Ama Mete Buna razı olmadı ve derhâl bir ordu toplayarak Hun tahtını ele geçirmek üzere yola çıktı. Böylece Türk târihinde ilk defa bu şehzade (prens), devlet uğruna babasıyla taht kavgasına girişiyordu. Osmanlı İmparatorluğu zamanında da ilk defa Birinci Murâd’ın oğullarından Savcı (Yıldırım Bâyezîd’in ağabeyisi) babasına karşı çıktı; sonra İkinci Bâyezîd’in oğlu Selim (Yavuz) babasıyla taht kavgasına girdi. Kanûnî’nin çok sevdiği eşi Hurrem Sultân kendi oğlu Selîm’i (İkinci Selim) velîahd yapmak isteyince, pâdişâhın öbür oğulları (Mustafa ve Bâyezîd) da babalarına isyan ettiler.

Mete çok yüksek kaabiliyetli bir komutandı. Topladığı ordu ile babasını yendi ve Hun tahtına oturdu. Çin târihleri onun üstün meziyetlerini ve yaptığı büyük işleri uzun uzun anlatırlar. Devletinin ve milletinin işleri için kendi çıkarlarını hiçe sayardı.

Anlatılanlara göre bir defasında Hunlar zor durumda kalmışlar ve Çinliler’den barış istemişlerdi. Çinliler barış için Mete’nin en sevdiği atını istediler, hemen verdi. Ama Çin hükümdarı bununla yetinmedi, başka şeyler de istedi. Mete kendine ait nesi varsa hepsini birer birer veriyordu. Sonra Çinliler sınırda küçük bir arazî istediler. Burası hiçbir ise yaramayan kurak, kumlu bir topraktı. Ama Mete buna çok sinirlendi ve şöyle dedi:

“Benden ne istedinizse verdim, çünkü onlar benim maltındı. Ama bu toprak benim değil, milletimindir. O toprağı korumak için savaşır, canımı veririm.”

Türklerin Oğuz Kağan Destanı’ndaki Oğuz Kağan’ın Mete olduğu söylenir. Oğuz Kağan’ın Şehnâme’de ve Divân-ı Lugati’t Türk’de adı geçen Alp Er Tunga olduğunu söyleyenler de vardır. Oğuz Kağan Destanı şöyledir:


Günlerden bir gün Ay Kağan bîr erkek çocuk doğurdu. Çocuk kara saçlı, kara kaşlı, ela gözlü, kırmızı ağızlı idi. Perilerden daha güzeldi. Çocuk, anasından yalnız bir defa süt emdi. Bir daha emmedi. Konuşmaya başladı. Çiğ et ve şarap istedi. Kırk günden sonra büyüdü. Yürüdü. Oynadı. Ata bindi. Geyik avına bağladı. Günlerden sonra, gecelerden sonra bir yiğit oldu. Bahadır oldu.

Oğuz Kağan denen bu bahadır bir gün Tanrı’ya yakarmakta idi. Birdenbire etraf karanlık kesildi. Gökten bir ışık düştü. Bu ışık aydan da, güneşten de parlaktı. Oğuz Kağan gördü ki bu ışığın içinde bir kız var. Bu kız çok güzeldi. Yüzünde ateşli, ışık saçan bir beni vardı. Kutup Yıldızı gibi İdi. Gülse, mavi gök de gülerdi. Ağlasa, mavi gök de ağlardı.

Oğuz Kağan bu kızı görünce aklı başından gitti. Kızı sevdi, aldı. Kız, Oğuz Kağan’a üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine “Gün”, ikincisine “Ay”, üçüncüsüne “Yıldız” adını koydular.

Oğuz Kağan gene bir gün ava gitti. Gördü ki gölün yanında bir ağaç var. Bu ağacın kovuğunda bir kız oturuyor. Çok güzel bir kız. Saçlar bir ırmağın akışı gibi. Dişleri inciye benziyor. Gözleri gökten de mavi.

Oğuz Kağan’ın aklı başından gitti. Yüreğine ateş düştü. Onu sevdi, aldı. Bu kız da Oğuz Kağan’a üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine “Gök”, ikincisine “Dağ”, üçüncüsüne de “Deniz” adını verdiler.

Bu çağda, sağ yönde Altın Kağan denen bir kağan vardı. Altın Kağan, Oğuz Kağan’a elçi gönderdi. Pek çok altın,gümüş, yolladı. Pek çok kız, yakut, inci gönderdi. Oğuz Kağan’a saygı gösterdi. İtaat etti. Oğuz Kağan, Altın Kağan’ın itaatini kabul etti. Sonra kırk gün yürüdü. Buz Dağı denen dağa geldi. Çek soğuktu. Çadırını kurdurdu.


Tan yeri ağardığı zaman Oğuz Kağan’ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan; gök tüylü, gök yeleli, büyük bir erkek kurt çıktı. Kurt, Oğuz Kağan’a dedi ki :

- “Ey Oğuz, artık ben önünde yürüyeceğim.”

Bundan sonra Oğuz Kağan çadırları toplattı. Yola koyuldu. Ordusunun önünde gök tüylü, gök yeleli, büyük erkek kurt yürüyordu. Ordu, kurdu takip ediyordu.

Nice günlerden sonra kurt durdu. Oğuz Kağan da ordusunu durdurdu. Burada İtil denen bir ırmak vardı. Oğuz Kağan düşmanla karşılaştı. Savaş çok çetin oldu. Okla, kılıçla vuruşuldu. İtil Suyu düşman kanından kıpkızıl oldu ve Oğuz Kağan üstün geldi.

Gök tüylü, gök yeleli kurt gene öne düştü. Oğuz Kağan’ı Sind Ülkesi’ne götürdü. Oğuz Kağan burada da çok düşmanla vuruştu. Düşmanı yendi. Bu ülkeyi de yurduna ekledi. Geri döndü.

Oğuz Kağan’ın yanında ak sakallı, boz saçlı, çok akıllı ihtiyar bir kişi vardı. Anlayışlı, doğru bir adamdı. Oğuz Kağan’ın veziri idi. Adı “Uluğ Türk” idi.

Uluğ Türk günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu altın yay gün doğusundan gün batısına kadar uzanmıştı. Üç gümüş ok da kuzeye doğru gidiyordu. Uluğ Türk uyandıktan sonra, düşte gördüklerini Oğuz Kağan’a anlattı:
- “Ey Kağanım,” dedi. “Hayat sana hayırlı olsun. Gök Tanrı, düşümde gördüğümü yerine getirsin. Dilediği yeri sana versin.”

Oğuz Kağan, Uluğ Türk’ün sözlerini beğendi. Öğüdünü dinledi. Oğullarım topladı. Şöyle dedi:

- Gönlüm av diliyor. Kocadım. Kuvvetim kalmadı. Gün, Ay ve Yıldız; siz Doğu tarafına varın. Gök, Dağ ve Deniz; siz Batı tarafına varın…


Bunun üzerine Oğuz Kağanın oğullarının üçü Doğu tarafına, üçü de Batı tarafına gitti. Gün, Av ve Yıldız çok geyikler, çok kuşlar avladıktan sonra yolda bir altın yay buldular. Yayı aldılar. Babaları Oğuz Kağan’a verdiler. Oğuz Kağan sevindi. Yayı üç parça etti ve dedi ki :

- “Ey büyük kardeşler, yay sizin olsun…”

Gök. Dağ ve Deniz de çok geyikler, çok kuşlar avladıktan sonra yolda üç gümüş ok buldular. Okları aldılar. Babaları Oğuz Kağan’a verdiler. Oğuz Kağan sevindi. Okları küçük oğullarına pay etti ve dedi ki:

- “Ey küçük kardeşler, bu oklar sizin olsun…”

Oğuz Kağan bundan sonra ulu kurultayı toplantıya çağırdı. Halkı da davet etti. Büyük meşveret edildi. Oğuz Kağan yurdunu oğullarına pay etti. Onlara verdi. Dedi ki :

- ” Ey oğullar ben çok yaşadım. Çok savaşlar gördüm. Çok ok attım. Çok ata bindim. Düşmanlarımı ağlattım . Dostlarımı güldürdüm. Gök Tanrı’ya borcumu eda ettim. Sizlere de yurdumu veriyorum…”

                                                                                                                                  daha geniş bilgi için tıklayınız

 

Top