Atatürkçülük Ve Atatürkçü Düşünce Sistemi


 

a) Atatürkçü Düşünce Sistemi- Atatürkçülük

 

Türk inkılâbı ve onu biçimlendiren ilkeler bir bütün oluştururlar.Bu bütün içinde bulunan ilkelerden yepyeni bir düşünce sistemi doğmuştur. Buna Atatürkçü Düşünce Sistemi denilmektedir.

 

Atatürkçülük  deyimi yeni kullanılmaya başlanmıştır. 1930’lu yıllarda bu kavram Kemalizm olarak ifade edilmektedir. Atatürkçülük, “Atatürk’ün T.C.’ni  kurmakta ve inkılâpları hazırlamakta gösterdiği temel prensiplerin bütünü olarak tanımlanabilir.Türk Hukuk Lügatı’nda ise Atatürkçülük,” İnönü’nün Türk Milletine hitap eden beyannamesinde ilan ettiği gibi cumhuriyetin milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve devrimci vasıfları olup, Atatürk’ün bize en kıymetli emanetidir. Atatürkçülük, “ Atatürk’ün açtığı devrim ve kalkınma yolu ve bu yolda yürümenin gerekliliğine inanış biçimi olarak da tanımlanmaktadır. Atatürkçülük, “ Atatürk’ten çıkan ve onunla gelişen fikirler ve olaylar bütünü olarak da ifade edilebilir.

 

Atatürkçülük katı, donmuş dogmalara dayanmamaktadır.Akla, bilime, insan sevgisine önem vermektedir.

 

B-)Atatürkçü Düşünce Sisteminin Oluşmasında Rol Oynayan Etkenler

 

Atatürkçü Düşünce Sistemi, Atatürk’ün doğup yaşadığı ortamın içinde bulunduğu şartlarda olgunlaşmıştır.Atatürk’ün yaşadığı yüzyıl hem Osmanlı Devleti açısından, hem de dünya devletleri açısından önemli bir zaman dilimidir.Bu yüzyılda Avrupa ekonomik, bilimsel ve siyasî üstünlüğünü artırarak sürdürmüştür.Avrupa devletleri bir yandan sömürgecilik hareketini iyice geliştirmişler, bir yandan da ekonomik bakımdan güçsüz ülkeleri nüfuzları altına alma yoluna gitmişlerdir.Böylece emperyalizm doruk noktasına ulaşmıştır. 19.yüzyılda Avrupa’nın karşısında ezilmemek için güçlü olmaktan başka çare yoktur. Avrupa’nın dışında ise o günlerde güçlü devlet bulunmamaktadır.Ancak 19.yüzyılın sonlarına doğru ABD ve Japonya, Avrupa kıtasındaki devletlere ilave olarak emperyalist devletler kervanına katılmışlardır.Batılılar, bu iki yeni ortakları ile iyi geçinme yolunu seçmişlerdir.

 

Öte yandan 18.yüzyıl Avrupa’da Fransız İhtilâli etkilerinin görülmeye başlandığı devirdir. Fransa’da ortaya çıkan eşitlik, özgürlük, milliyetçilik,millî egemenlik,lâiklik gibi değerlere sahip olabilme arayışı, Avrupa halkının yönetime karşı ayaklanmasına neden olmuştur.Bu mücadeleler sonucunda Avrupa’da çok milletli devletler yıkılmış, mutlakıyetler sona ermiş, krallar Avrupa’da halkı yönetime ortak etmek zorunda bırakılmışlardır Osmanlı Devleti ve Rusya dışında tek kişinin egemenliğine dayalı bir sistem kalmamıştır. Batı emperyalizm yoluyla kendinden olmayanları ezerken, kendi içinde özgürlüğe doğru hızla yol almıştır.Doğal olarak bu gelişmelerin batılı ülkelerin sisteminin dışında kalan ülkeleri etkilemesi kaçınılmazdır.

 

İşte Atatürk, 19.yy. sonlarında böyle bir dünyaya gözlerini açmıştır. 19.yy. Osmanlı Devleti için bir reform çağıdır. Ancak bu reformlar istenilen sonucu verememiş, Osmanlı Devleti gerek ekonomik,gerekse siyasî açıdan iyice güçsüzleşmiş ve milliyetçilik anlayışının azınlıklar arasında hızla yayılması parçalanmayı hızlandırmıştır.Bu ortamda aydınlar, batının siyasî modelinin benimsenmesi ile Osmanlı Devleti’nin kurtarılabileceği düşüncesini ortaya atarak, I.Meşrutiyeti II.Abdülhamit’e kabul ettirmişlerdir. II.Abdülhamit 1876 tarihli Kanun-î Esasî ile ilk kez yetkisiz de olsa bir parlamentonun kurulmasına imkan sağlamıştır. Ancak bu anayasada siyasî özgürlüklere yer verilmediği gibi, padişahın yetkilerine hiç dokunulmamıştır. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı bahane edilerek sona erdirilen I .Meşrutiyetten sonra, Osmanlı Devleti’nde II. Abdülhamit’in 33 yıl süren baskı politikası başlamıştır.

 

II. Abdülhamit devletin parçalanmasına engel olabilmek için her türlü siyasî tedbire müracaat etmiş, buna rağmen 1878’de biten savaş sonunda Balkanların büyük bir bölümü elden çıkmıştır. Osmanlı Devletine Arnavutluk, Makedonya’nın büyük bir bölümü ile Batı ve Doğu Trakya kalmış; Doğu Anadolu’da Kars, Ardahan, Batum Rusya’ya bırakılmıştır. Genç Balkan Devletlerinin gözü Osmanlı Devleti’nin elinde kalan Makedonya’dadır. Balkanlar’daki ve Doğu Anadolu’daki bu huzursuzluğa, Rusların kışkırtmaları üzerine harekete geçen Ermenilerin isyanları eklenmiştir.Ayrıca İngilizler hiçbir sebep göstermeksizin M. Kemal’in doğduğu yıl Mısır’ı işgal etmişlerdir.

 

Bu parçalanma sürecinden kurtulabilmek için II. Abdülhamit bir İslâm birliği oluşturma düşüncesine kapılmıştır. Bu düşünce ile imparatorluk içindeki bütün Müslüman Türklerin ve Arapların kaynaşması ve diğer Müslüman ülkelerin desteği alınarak yeni bir kurtuluş ümidi yaratılması hesaplanmıştır. Fakat bu düşüncenin hayata geçirilmesi zordur. Çünkü hem Araplar arasında milliyetçilik şuuru oluşmaya başlamış, hem de diğer Müslüman ülkelerin desteğinin alınması mümkün olamamıştır. Osmanlı Devleti dışında o dönemde başka bağımsız ülke olmadığı için, II. Abdülhamit’in İslâmcılık politikası da başarılı olamamıştır.

 

1854’den beri alınan ve düzensiz kullanılan dış borçlar ülkeyi perişan etmiş, alacaklı devletler alacaklarını tahsil edebilmek için Osmanlı maliyesine el koymuşlardır. 1881’de kurulan Düyûn-u Umumiye teşkilatı alacaklıların haklarını koruyarak, Osmanlı ekonomisine göz açtırmamıştır.

 

II. Abdülhamit eğitime çok önem vermiş, ancak bu tutumuyla kendisi ile çelişkiye düşmüştür.Çünkü bu okullardan yetişen aydınlar dünyayı tanıyacak, siyasal özgürlükleri- ne kadar önlenirse önlensin-türlü yollarla öğrenecek ve sonunda rejime karşı çıkacaklardır. Bu Osmanlı Devleti’nde de böyle olmuştur. II. Abdülhamit çok iyi eğitim alan genç kuşağa 1908’e kadar direnmiş, 1908’de ikinci kez meşrûtiyet yönetimini ilân etmek zorunda kalmıştır.

 

II. Abdülhamit döneminde yetişen genç kuşağın bir önemli şahsiyeti de M. Kemal’dir.M. Kemal’in doğduğu şehir olan Selânik, Makedonya olayları nedeniyle hareketli bir hayata sahiptir. Bu şehirde yaşayan Türklerin yapabilecekleri yegane iş devlet hizmetine girmektir. Ekonomik faaliyetlerin hemen hepsi, Müslüman olmayan vatandaşların kontrolündedir. Bir ordu şehri olan Selânik’te M. Kemal’e askerlik mesleği ilgi çekici gelmiştir.İyi bir askerî eğitim alan, Fransızcasını iyi geliştiren ve okumayı çok seven M. Kemal, Osmanlıcılık ve İslâmcılık akımlarına karşı bir tepki olarak ortaya çıkan Türkcülük akımı ile ilgilenmiş ve bu akımı tanımaya çalışmıştır Kurmay Subay olarak Harp Akademisi’nden mezun olduktan sonra 1910 yılında  Fransa’ya giden M. Kemal, kısa süreli de olsa batıyı görme şansını yakalamıştır. 1911’de Libya’ya giden M. Kemal, Trablusgarp Savaşı’nda yöre halkını İtalyanlara karşı örgütlemiştir. Balkan Savaşı sırasında ise Sofya’da “ Askeri Ateşe” olarak görev yapmıştır. I. Dünya Savaşı yıllarında artık . Kemal askerlik mesleğinin zirvesindedir. Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın yanında I. Dünya Savaşına katılmasını vahim bir hata olarak değerlendirmesine rağmen, hizmet verdiği her cephede üstün başarılar kazanıştır. Ancak I. Dünya Savaşı sonunda uğranılan ağır yenilgi, O’nda her şeye yeniden başlanması lazım geldiği, illet iradesine dayalı yeni bir Türk Devleti kurulmasının kaçınılmaz olduğu fikrini kuvvetlendirmiştir.

 

İşte Atatürkçü Düşünce Sistemi, Atatürk’ün yaşadığı dönemdeki olayları akıl yoluyla değerlendirmesi, tarih bilinci ile yorumlaması suretiyle oluşmuştur.

 

-Atatürkçülükte  Devletin Yeri ve Önemi-

 

İnsan topluluklarının belirli bir düzen içinde yaşayabilmeleri, gelişebilmeleri için mutlaka devlet kurmaları gerekmektedir.Bir başka ifade ile insanca yaşayabilmek, ancak bir devlet düzeni içinde mümkündür. Çok uzunca bir süre devletin başlıca üç temel görevinin olduğu kabul edilmekte idi.Bunlar;

a)      Ülkeyi dışarıya karşı korumak.

b)      İçeride huzur ve sükunu sağlamak.

c)      Bağlı bulunulan din kurallarına uymayı sürdürmek.

 

İlkçağdan, Yeniçağın başlarına kadar devletin bu üç temel görevden başka görevleri yok gibiydi. Bu hem batı, hem de doğudaki devletler için geçerliydi.Bu anlayış modern devlet anlayışının oluşmasıyla birlikte hızla değişmiştir. Artık modern devlet, kendisine can veren vatandaşlarının her türlü sorununu çözmek, dertlerine çare bulmak, kısacası insanların mutluluğunu ve gelişmesini sağlamakla yükümlüdür.

 

-Devletin Oluşumunda Rol Oynayan Unsurlar-

 

a)      Ülke adı verilen, sınırları belirli toprak parçası

b)      Bu toprak üzerinde yaşayan insan topluluğu

c)      Bu topluluğun oluşturduğu bir siyasî teşkilât

d)      Bu teşkilâtın içinde ortaya çıkan üstün bir buyurma gücü

 

M. Kemal’e göre Devlet ; Belirli bir bölgede yerleşmiş ve kendine özgü bir güce sahip olan insanların oluşturduğu bir varlıktır. Yine M. Kemal’e göre, bir devletin dayandığı en önemli unsur “tam bağımsızlık” ve “ milî irade”’dir.

 

Devlet şekilleri, egemenliğin kullanılış biçimine göre belirlenmiştir. Buna göre Devlet şekilleri:

a)            Monarşi (Hükümdarlık)= Hakimiyetin kral,imparator,hükümdar,prens vb. isimler alabilen tek bir şahsa ait olduğu devlet şeklidir.Bu yönetimde tek karar mercii hükümdardır.

b)           Meşrutiyet= Bir hükümdarın bir parlamento ile birlikte ülkeyi yönettiği devlet şeklidir.

c)            Oligarşi= Bu sistemde egemenlik birkaç kişinin, birkaç ailenin veya bir sınıf halkın elindedir. Oligarşinin bir şekli olan Aristokraside, egemenlik asillerin elindedir.

d)           Demokrasi= Hakimiyetin halka ait olduğu hükümet şeklidir.Demokrasinin en gelişmiş şekli Cumhuriyettir.

 

-                                      Devletin Vatandaşa Karşı Görevleri –

 

a)            Ülke içinde asayişi, adaleti sağlamak ve deva ettirmek, vatandaşların her türlü hürriyetlerini korumak.

b)           Dış ülkelerle münasebetleri yürütmek, ülkeyi dış tehditlere karşı koruak.

c)            Eğitim hizmeti vermek

d)           Ulaşım hizmeti vermek.

e)            Sağlık hizmetleri sunmak.

f)             Sosyal güvenliği sağlamak.

g)            Tarım, sanat, ticaret,ekonomik faaliyetlerle uğraşmak.

 

-                                      Vatandaşın Devlete Karşı Görevleri-

 

a)      Seçme hakkını kullanmak.

b)      Vergi vermek.

c)      Askerlik yapmak.( Erkekler için)

 

-Atatürkçülükte Devletin Başarısı İçin Öngörülen Temel Esaslar-

 

Atatürkçülükte devletin güçlü ve sürekli olması için,devletin üç temel esas üzerine oturtulmuş olması gereklidir. Bunlardan ikisi “ Tam bağımsızlık” ve “ Millî Egemenlik”’tir. Bu iki temel sağlam olursa, devletin güçlü olması için ilk ve en önemli şartlar yerine getirilmiştir,denilebilir.Bununla birlikte dikkate alınması gereken bir diğer unsur da “ Millî Birlik”’tir.

 

Bu üç temel esas üzerine kurulmuş olan bir devlette, yönetimin başarılı olabilmesi için gerekli olan esasları, Atatürk şu şekilde açıklamaktadır. Öncelikle hükümet, yani yönetimi bütünüyle elinde bulunduran güç rahat çalışabilmelidir.Bir demokraside en ideal olanı hükümetin parlamento içinde sağlam bir çoğunluğa dayanmasıdır. Meclis çoğunluğunu arkasında taşıyan ve devletin yürütme gücünün başında olan hükümetin, devletin amaçlarını gerçekleştirme doğrultusunda çalışması kolaylaşacaktır.

 

Atatürk’e göre hükümetin iki hedefi vardır. Birincisi milletin korunması, ikincisi ise milletin refahının sağlanmasıdır. Bu iki hedefe ulaşmayı başaran hükümetler halkın gözünde iyi, başaramayanlar ise kötüdür. Yine M. Kemal’e göre hükümetler hedeflerine ulaşırken gerçekçi olmak ve halka asılsız vaatlerde bulunmamak zorundadırlar.

 

Başarılı bir yönetim için Atatürk, halka da görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Halk seçimini ciddi ve bilinçli bir şekilde yapmalı, yönetimin yaptıklarını izlemeli ve denetlemelidir.

 

Türk Devleti’nin Ana Nitelikleri

 

Türk Devleti’nin nitelikleri,Atatürk’ün devlet anlayışına hakim olan üç temel ilkeden(milli devlet,tam bağımsızlık,milli egemenlik) ve Atatürk’ün bütün inkılâplarına yön vermiş olan çağdaşlaşma hedefinden kaynaklanmaktadır.Bu nitelikler önce dönemin tek partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkası’nın program ilkeleri olarak benimsenmiş, 5 Şubat 1937 tarihli anayasa değişikliği ile de Türk Devleti’nin temel nitelikleri haline getirilmiştir Cumhuriyetçilik,Milliyetçilik,Halkçılık,Laiklik,Devletçilik ve İnkılâpçılık olarak isimlendirilen bu altı ilke birbirinden bağımsız ve birbiriyle ilgisiz ilkeler değillerdir.Bu ilkelerin tümü “Atatürkçü Düşünce Sistemi” adı verilen tutarlı bir bütünü  oluşturmaktadırlar

ATATÜRK'ÜN DÜŞÜNCE SİSTEMİNİ OLUŞTURMASINA NEDEN OLAN ETKENLER

Atatürkçü Düşünce Sistemi'nin oluşumunda Osmanlı Devleti'nin son dönemindeki olaylar, Atatürk'ün yetiştiği ortam, bazı düşünürlerin fikirleri ve dünyadaki demokratikleşme hareketleri gibi faktörler rol oynamıştır.
Türklerin tarih boyunca kurdukları en büyük devletlerden biri olan Osmanlı Devleti'nin çöküşü yapılan ıslahatlara rağmen durdurulamamıştı. Fransız İhtilâli ile yayılmaya başlayan milliyetçilik fikri bu parçalanmayı hızlandırdı. Türkleri, Avrupa'dan ve Anadolu'dan çıkarmak isteyen İngiltere, Fransa, Avusturya ve Rusya milliyetçilik fikrini Osmanlı Devleti'ni yıkmak için kullandılar. Önce, Balkanlar'da Yunanlılar ve Sırplar ayaklanıp Osmanlı Devleti'nden ayrıldılar. Rusların kışkırtmalarıyla Ermeniler de Doğu Anadolu'da ayaklanmaya başladılar. Diğer taraftan, İngilizler Doğu Akdeniz'de söz sahibi olabilmek için 1882'de Mısır'ı işgal ettiler.

Devletin ekonomik durumu da perişan bir vaziyetteydi. Kapitülâsyonların etkisiyle ülke, Avrupa devletlerinin açık pazarı hâline gelmiş, yerli sanayi kurulamamıştı. Sık sık yapılan ve yenilgiyle sonuçlanan savaşlar, ekonomiyi çökerten bir başka sebepti. Dışarıdan alınan borçlar ödenemediği için alacaklı devletler, Osmanlı Devleti'nin gelirlerine el koymuşlardı.
Devletin hızla parçalanmaya doğru gittiğini gören aydınlar, padişahın yetkilerinin sınırlandırıldığı bir yönetim şekli kurulursa kurtulmanın mümkün olabileceğini ileri sürmeye başladılar. Aydınların zorlamasıyla 1876 yılında Birinci Meşrutiyet ilân edildi. Birinci Meşrutiyet Dönemi uzun sürmedi. 1878'de meşrutiyet yönetimine son verildi. 1908'de İkinci Meşrutiyet ilân edildi.

Mustafa Kemal Atatürk, işte bu olayların yaşandığı bir ortamda doğup büyüdü. Askerî okulda okuduğu sırada, pek çok kitap okuyup, dünyada meydana gelen siyasî, ekonomik, sosyal, kültürel ve bilimsel gelişmeleri izledi. Ayrıca zamanın en önemli dili olan Fransızca'yı öğrendi. Osmanlı Devleti'nin karşı karşıya bulunduğu siyasî, ekonomik, sosyal, kültürel ve askerî sorunlarla yakından ilgilendi.

Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti yıkılırken, Türk milletinin kurtuluşu için mantıklı bir yol bulunması gerekiyordu. Bu yol, Türk milletinin hür ve bağımsız bir şekilde yaşayabilmesi için, yeni bir devletin kurulması idi. Çünkü milletlerin bağımsız yaşamaları devlet kurmakla mümkündü. Başta, Ziya Gökalp olmak üzere, bazı aydınlar tarafından savunulan Türkçülük fikri, Mustafa Kemal'i büyük ölçüde etkiledi.

Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra, başlatılan ölüm kalım savaşı Türkçülük fikrinin ürünüdür. "Ya istiklâl ya ölüm." parolasıyla başlatılan Millî Mücadele, millî egemenliğe dayalı bir devlet kurmayı amaçlıyordu. Tarih boyunca büyük devletler kuran Türk milletinin bağımsızlığına kavuşturulması onun en büyük ülküsü idi. Atatürk, gücünü tarih boyunca bağımsız yaşamayı ilke edinmiş olan Türk milletinden aldı.

Milletimizi benliğine ve egemenliğine kavuşturarak demokratik bir düzen içinde çağdaşlaşmasını sağlayan Atatürkçü Düşünce Sistemi; çeşitli olayların akıl yoluyla değerlendirilmesi ve tarih bilinciyle yorumlanmasıyla oluşmuştur.

 

Türk milletinin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması, aklın ve bilimin rehberliğinde Türk kültürünün çağdaş uygarlık düzeyine çıkarılması amacı ile temel esasları Atatürk tarafından belirlenen gerçekçi fikirlere ve ilkelere, Atatürkçülük veya Atatürkçü Düşünce Sistemi denir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli, Türk milletinin engin tarihî geleneklerinden haz ve ilham alan Atatürkçü Düşünce Sistemi'ne dayanır. Modern devletlerde devletin üç temel görevi vardır. Bunlar; tam bağımsızlık, millî egemenlik ve millî birliği sağlamaktır. Atatürk, tam bağımsız, millî egemenliğe dayanan, millî birlik ve beraberliğe büyük önem veren bir devlet anlayışını hayata geçirmiştir. Atatürkçülük, devletin rejimi ve işleyişiyle ilgili gerçekçi düşünceleri ve uygulamaları kapsar.Türk milleti, binlerce yıllık tarihi içinde köklü bir devlet geleneğine sahiptir. Diğer milletler karşısında varlığını bu sayede sürdürmüştür. Devletin millet için önemi, kuvvetli bir gelenek olarak benimsenmiştir. Bunun sonucu olarak devlete bağlılık, kanunlara saygı, devlet-millet kaynaşması oluşmuştur. Atatürk, Türk milletinin sahip olduğu bu devlet geleneğini, çağın gereklerine göre daha da güçlendirmiştir. Atatürk, bir milletin yükselişi ve gerilemesini ekonomiyle bağlantılı görmüştür. "Yeni Türkiye'mizi lâyık olduğu seviyeye yükseltebilmek için mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız." diyerek ekonominin önemini dile getirmiştir. Atatürkçü Düşünce Sistemi, Türk milletinin sosyal ihtiyaçlarını karşılamayı ve ekonomik alanda kalkınmasını sağlamayı hedef alan bir düşünce sistemidir.

ATATÜRKÇÜLÜĞÜN NİTELİKLERİ

Atatürkçülük, Türk milletinin ihtiyaçlarından doğan, toplum hayatına yön veren gerçekçi ve millî bir sistemdir. İlerlemeye ve yenileşmeye açıktır. Atatürkçülük, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmadır. Atatürkçülük, Türk toplumuna uygun sosyal ve siyasî kurumlar kurarak modern toplum olma demektir.

Atatürkçülüğün temelinde millî kültür vardır. Millî kültür, millî bir dünya görüşü olmasına rağmen evrensel özellikler de taşır. Atatürk'ün yapmış olduğu kurtuluş mücadelesi mazlum milletlerin kurtuluş ümidi olmuştur. Atatürkçülük, hiçbir milleti sömürmeyi ve bağımsızlığını ortadan kaldırmayı amaçlamamıştır. Tüm insanlığın barış ve huzur içinde yaşamasını hedeflemiştir. Atatürk'ün başlattığı bağımsızlık mücadelesi ile birlikte diğer sömürge milletler de Atatürk'ün önderliğinde verilen Türk bağımsızlık savaşını örnek almışlardır.

Atatürkçülüğü oluşturan ilkeler, birbirini tamamlayan bütünün parçaları gibidir. Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, ve halkçılık birbirinden ayrı düşünülemez. Cumhuriyetçilik ilkesi, Atatürk'ün devlet anlayışının temellerinden birini oluşturan millî egemenlik ilkesinin doğal bir sonucudur. Atatürk milliyetçiliği, hürriyet ve insan şahsiyetine değer veren eşitlik fikrine dayanır. Halkçılık ise milliyetçilik fikrinin bir sonucu olarak bütün fertlerin eşit hak, yetki ve sorumluluklara sahip olmasını öngörür. Ayrı ayrı ele alınırlarsa tam olarak anlaşılmazlar. Lâiklik, modern toplum düzeninin oluşmasını sağlayan en önemli ilkedir. İnkılâpçılık bunların toplumda yaygınlaştırılıp kökleşmesini sağlar.

Çağdaş medeniyet düzeyine ulaşmayı amaçlayan Atatürkçü Düşünce Sistemi, akılcı ve bilimcidir. Ülke bütünlüğünün korunması için millî birlik ve beraberliğe önem verir. İnsan hak ve hürriyetlerine saygılıdır. Atatürk'ün "her ilerlemenin ve kurtuluşun anası hürriyettir" sözü bunu çok güzel açıklar. Dünyadaki milletlerin mutluluğu birbirlerinin haklarına saygılı olmaları ile mümkündür. Dünya barışı ancak bu şekilde korunur.

ATATÜRKÇÜLÜK

Atatürk'ün dünya görüşünün temelinde "muasır medeniyet" dediği Batı Medeniyeti ana fikri yatmaktadır. Atatürk de aslında Doğulu ve İslami bir toplum olan Türk Toplumu için, Tanzimattan beri yenilenme ve kurtuluş yolu olduğuna inanılan Batıya yönelme hareketine inanmıştır. Fakat onun Batıcılığı Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerinin Batıcılığı gibi tavizci değil mutak ve radikaldir. Bu sebeple bütüncü ve samimidir.

Atatürk 10 Ekim 1923 de Fransız yazarı Maurice Pernot ya verdiği bir demeçte şöyle söylemiştir: "Türklerin asırlardan beri takip ettiği hareket devamlı bir istikamet muhafaza etti. Biz daima şarktan Garba doğru yürüdük... Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye'de asri binaenaleyh garbi bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmek arzu edipte garba yönelmemiş olan millet hangisidir ?" diyordu.
Atatürk'ün Batıcılığı radikaldi. Gerçekten Atatürk Tanzimat'dan beri gelen Batıcılığın yarattığı ikiliği mesela okulun yanında medrese, adliye mahkemeleri yanında şeriye mahkemeleri, şalvarın yanında pantolon ikiliğini reddetmiştir. Batı medeniyetini bölünmez bir bütün olarak almış, yalnız teknikte, bilim ve felsefede değil edebiyatta, güzel sanatlarda, hukukta duyuş, düşünüş ve yaşayışda da Batılı olmak gerektiğine inanmıştır.

Atatürk'ün dünya görüşünün radikal olması ve bu sebeple kültürle medeniyeti birbirinden ayırmaya imkan vermez görünmesi onun gerçeğini tam yansıtmaz. Atatürk'ün kültürle yapmak istediği batılılaşma yönündeki devrimi sadece Batının metodunu, kalıplarını, ve özellikle batılı düşünüş tarzını getirmektir. Çünkü Türk toplumunun geri kalmasındaki en büyük sebebin kültür ikiliği olduğuna inanmakta, tanzimat batıcılığının ister istemez meydana getirdiği bu ikiliğe son vermek, Batılı zihniyette ve şekiller altında milli bir kültür yaratmak istiyor, aydınla halkın bu kültürle kaynaşmasını istiyordu. Milletine "Ne mutlu Türküm diyene!" haykırısı ile seslenen bir insanın başka türlü düşünmesine imkan yoktur. 1934 de şöyle söylüyordu: "Bir artık grabliyiz. Eski dünyaya hakim eski medeniyetimizle sadece övünerek değil, bütün zincirleri kırarak, son asır medeniyetinin gittiği yollardan yürüyerek, bu seviyenin de üstüne çıkmağa çalışacağız" diyordu. Cumhuriyetin 10. yıldönümü münasebetiyle söylediği tarihi nutuk onun Batı uygarcılığının en içten gelen, en azimli ifadesidir.

Atatürk yeni devrimlerin korunması ve sürdürülmesi için aydınlara güvenmiştir. "Millet iradesi ile milleti temsil edenler münevverler olacaktır. Bunlar yaptığımız veya yapacağımız kanunlarla inkilaplarımızı gerçekleştirecek ve muasır medeniyet seviyesine ulaştıracaklardır." diyordu. Böylece her zaman ve her toplumda geçerli olan bir gerçeği, yani toplumlarda aydınların daima yol gösterici rolünü oynamak durumunda bulundukları gerçeğini açıklıyordu.

Yine 10. yıl nutkunda Cumhuriyeti gençliğe emanet ederken Türk gençliğine olan güvenini ortaya koyan Atatürk devrimlerin bekçiliğinde de Türk gençliğine güvenmiştir. Bu nedenle her yurtsever ve gerçek aydın Türk Atatürkçülük önce kendini yetiştirirek batı medeniyeti seviyesine ulaşmaktır. Bu ilk görev olan devrimlerin bekçiliği için vazgeçilmez şarttır.
Bu itibarla Atatürk'ün dünya görüşü medeniyet değiştirme yönünden daha ziyade mutlak, kültür değişmesi yönünden ise daha ziyade nisbidir. Çünkü medeniyet daha ziyade milletlerarası maddi ve manevi değerler manzumesi olduğu halde kültür, milletlerarası etkilere kapalı olmamakla birlikte, daha ziyade milli değerler bütünüdür.

Milli dava, kişiliğinin devamıdır. Atatürk'ün tarih tezi, dilde sadeleşme istemesi ve kültür alanındaki bilinen diğer devrimci reformları Batı potası içinde Batı etkisine açık bir milli kültür yaratmak içindir.
Netice olarak, Atatürk'ün dünya görüşünün büyük niteliği bir doğma olmaması, realist ve prağmatik olmasıdır. Bu sebeple Atatürkçülük, faşizm ve Komünizm gibi doğmatik ideolojileri red eder, onların maskesi ve kalkanı olarak kullanılamaz.

Atatürk'ün dünya görüşünün realist ve pragmatik, yani faydaya ve eyleme dönük bir dünya görüşü olması onun esnek bir dünya görüşü olmasını, başka bir deyimle, yeni şartlara uymayı kabul etmesini gerektirir. Fakat onun canlılığını ve devamlılığını sağlayan bu realist ve pragmatik olma niteliğinin, yani esnekliğinin bir sınırı vardır. Bu sınır ise Batı medeniyetini meydana getiren duyuş, düşünüş ve yaşayış tarzını, onun hukuki, siyasi ve ahlaki temel ilkelerini kesinlikle ret eden komünist ve fasist ideolojilerdir. Zira bu ideolojiler aslında Batının insanlığa kazandırdığı her çeşit vasıtadan faydalanmakla beraber, ona ters düşen, hatta onu spıtiralist ve hüriyetçi düsünce sistemi ve insan kavramı yönünden inkar eden ideolojilerdir.

Top